'Bu işte bir gariplik var!' diyecek meraka muhtacız
Bourdieu 1996 yılındaAtina’da Yunan İşçiler Genel
Konfederasyonu’nda yaptığı bir konuşmada gitgide zihinlere sirayet ederek
gerçek bir inanç üreten “simgesel belletme”nin rolüne işaret eder.
Fransa’da entelektüellerin, gazetecilerin ve iş adamlarının başta hiç de yaygın
olmayan iktisadî görüşleri olağan şeyler gibi benimsenen bir ön kabule
dönüştürene kadar nasıl inatçı bir çabayla uğraştıklarını anlatır. Fransa’da
önde gelen entelektüellerin başında olduğu Preuves dergisini
örnek gösterir. Derginin 20 -25 yıl boyunca akıntıya kürek çektiğini, ne var ki
sonrasında ürettiği düşüncelerin yavaş yavaş apaçık bir gerçekliğe dönüştüğünü
söyler. Bu durumu biraz da ironiyle; sahteliğin gerçekliğe dönüşmesi
biraz zaman alıyor ara sözüyle yorumlar.
Bourdieu ’nun gerçekliğe dönüştürüldüğünü söylediği sahtelikler iktisadî
sahada şöyle özetlenebilir; Azami büyümenin yani verimlilik ve rekabet
gücü artışının insan faaliyetlerinin en üst ve biricik amacı olduğu ve iktisadi
güçlere karşı durulamayacağı…
Sahteliklerin gerçekliğe
dönüştürülmesi kendiliğinden değil belli bir çabanın sonunda olur. Bourdieu bilhassa
bunun altını çizer. Televizyonu ya da gazeteyi açtığımızda, radyoyu
dinlediğinizde aslında amacı örtmeceden ibaret olan “ortak söz
dağarcığı”nın istilası altında olduğumuzu belirtir. Üretilen doksayı
tahlil edip onu üretip belleten düzenekleri anlamaya çalışarak kendimizi
savunmamız gerektiğini söyler.
‘Simgesel belletme’ yoluyla sahteliklerin gerçeğe dönüşmesi ne yazık ki geniş
bir sahada iş görüyor. Dolayısıyla bütüncül bir yaklaşım kendi savunmamız için
elzem. Bu lüzum insanın bir şekilde haysiyetini muhafaza edebilmesi için de
gerekiyor.
Sanayi toplumunun
formasyonu içinde anlam kazanan iş, işçi, mesai, sosyal güvelik gibi
kavramların dönüşümüne bir bakın. Bu dönüşüm esnasında topluma yönelen
kıyıcılık dramatiktir ancak dramatik olduğu kadar öğreticidir de.
Güvencesizlik esneklik adı altında normalleşmiş ve kurbanları
tarafından bile bir doğa kanunu gibi görülmeye başlanmıştır.
İşte Bourdieu kurbanları
tarafından bile masum görünenin hiç de masum olmadığında ısrar ediyor. Bu
ısrarı iktisadî sahanın ötesine taşıyarak genişletebilirsek yaşadığımız
hayatları birer kapan olarak kodifiye eden mekanizmaları da görürüz.
İlerleyelim o zaman…
Eğitimi ele alalım mesela...
Eğitimin kitlesel, zorunlu, okul temelli, devlet tekelinde ve devletten topluma
doğru tek taraflı bir akış olduğu bugün neredeyse hiçbir biçimde sorgulanmadan
benimsenmiş gözüküyor. Bu konuda toplumu herhangi bir sorgulama faaliyetinde
bulunamayacak kadar güçsüz düşüren mekanizmalar var. Bu mekanizmalar
sürekli kendilerini yeniden üretiyor. Mekanizmayı harekete geçiren el değişse
de üretim aksamadan devam ediyor.
‘Bu işte bir gariplik
var!’ diyecek bir meraka muhtacız. Ne var ki merak da
buralardan göçeli çok olmuş. Dikkatini toplaması için uygun zamandan yoksun
olan kamuya medya sürekli yüksek dozda dikkat dağıtıcı enjekte ediyor. Bu
enjeksiyonun kendisi ve içinde doğup serpildiği mekanizmalar da merakımızdan ve
sorgulamalarımızdan kurtulmamalı o zaman.
İlaç şişelerini bize
gösteren hekimlerle çevriliyiz. Birinin çıkıp da ‘Hekimin hastalığa
katkısı nedir?’ diye sorması gerekiyor. Bunu bir metafor olarak
düşünmeyelim, sadece modern tıp iyileşmenin yeni hastalıklara nasıl kaynaklık
ettiğine dair örneklikler sunmakta son derece cömerttir. Neticede çikolata
fabrikasının sahibi aynı zamanda en büyük ilaç firmasının da sahibi… Ve en çok
ürettiği ilaçların başında şeker ilacının geldiği unutulmamalı.
İşte bu düzenekler ile çevriliyiz ve eğer savunmamızı geliştiremezsek siyasî, iktisadî, kültürel sahada biraz zaman alsa da sahteliğin gerçeğe dönüşmesi kaçınılmaz oluyor.