Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.74
Gram Altın
2454.33
BIST 100
10218.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

08 Ekim 2014

Bu toplumu kim dindarlaştırdı?

Geçen hafta Hayrettin Karaman'ın 'Devlet eliyle dindarlaşma' başlıklı yazısına atıfla, yazıda yer alan önermeler üzerinden bir tartışma yürütmeye çalışmıştım.

Bu tartışma, dışarıyla içerisi arasındaki bir tartışma değil. Bu tartışmamızda, İmam-Hatip okullarına, Kur'an kurslarına karşı çıkanların bir tarafta; bu kurumları savunanların diğer tarafta kümelenerek karşı karşıya geldikleri bir durum söz konusu değil. Kaldı ki ben de İmam-Hatip mezunu birisi olarak bu kurumların Türkiye'nin tarihsel-toplumsal bağlamında neye karşılık geldiklerini biliyorum. Bugün yürütmeye çalıştığım tartışma hem o bilgi ve tecrübenin hem de bugünün koşullarının Türkiye'de devlet-din ilişkisinin tarihsel-toplumsal bağlamı ile birleştirilmesi ile mümkün olan bir okumanın neticesinde ortaya çıkıyor.

Bu tür tartışmaları hafife almak, lüzumsuz addetmek ancak kişinin gerçek ile temasını askıya alması ile mümkün olabilir. Türkiye ve dünya Müslümanlarının tartışma ve arayışlardan kendilerini azade kılacak bir durumda olmadıklarını görmek için özel bir görme becerisine sahip olmak gerekmiyor.

Sembolleştirerek ifade etmem gerekirse durum şundan ibaret: Ben akciğerlerime tertemiz havayı çekebileceğim bir mahal, yer ve zemin arayışında iken konjonktür gereği ele geçen oksijen tüpünün böyle bir arayışın yerine ikame edilmesi gerektiğini düşünenlere itiraz ediyorum.

Şimdi devam edebilirizu2026

Geçen haftaki yazım Hoca'nın 'Devlet eliyle dindarlaşma olur' önermesinin çözümlenmesi ve buna yaptığım bir itiraz niteliğindeydi. Bugünkü yazıda ise Hayrettin Karaman Hoca'nın ikinci önermesini çözümlemek istiyorum. Öte yandan Hoca'nın 'başka alternatif yok' tespiti üzerinde duracağım.

Hayrettin Karaman Hoca söz konusu yazısında benim tespit ettiğim ikinci önermesini şu tarihsel arka plan üzerinden kuruyor:

'Cumhuriyetin ilanından beri uzun yıllar devlet eliyle dinsizleştirme faaliyetine şahit olduk. Çok partili demokrasiye geçince İmam Hatip okulları açıldı. Diyanet zaten vardı, önündeki engeller birer birer kaldırıldı, bu daireye bağlı Kur'an kursları da vardı, daha etkin hale getirildi.'

Bu durumun hasılası olarak şöyle bir sonuca varıyor:

'Devletin Diyanet'i, açtığı İmam Hatip okulları ve Kur'an kursları dindarlaşmayı engelledi mi? Dinsiz insanlar mı yetiştirdi? Yoksa bugün geldiğimiz dindarlaşma seviyesinde bu kurumların önemli ve müspet tesirleri mi oldu? Bence ikincisi oldu.'

Kuşkusuz bu kurumların müspet tesirlerinden söz edilebilir. Her ne kadar bu tesirin derece ve seviyesini ölçebilecek bir araç elimizde bulunmasa da. Ancak mesele bu okulların, kursların elden çıkarılması değil. Bu kurumları 'halk' talep ettiği müddetçe devlet bu talep doğrultusunda bu kurumları muhafaza eder.

Devletin din öğretimi için kullandığı bu kurumları ebedi bir form ve alternatifsiz yapılar olarak tahayyül etmek; hem bu coğrafyanın İslamlaşmasından sonra bu toplumun geride bıraktığı 1000 seneye hem de toplumun kendisi için uygun araçları temin etme noktasındaki yeterliliğine güvenmemek manasına gelir. Öte yandan merkeziyetçi, tanzim edici ve 'zorunlu' olan bir dindarlaşma projesinin bugün için arzu edilen 'dindarlık' ile rabıtası tarihsel olarak nedir ki biz başka alternatifler düşünmekten kendimizi men edelim.

Şimdi Hayrettin Karaman Hoca'nın yukarıda yer verdiğim önermesi için atıf yaptığı tarihsel arka plana itiraz etmeksizin şu soruları soruyorum:

Bu kurumlar eliyle mi toplum dindarlaştı yoksa toplum dindar olduğu için mi bu kurumlar varolabildi?

Türkiye'de dindarlık, toplum dindarlaştığı için mi görünürlük kazandı yoksa toplumun önündeki bariyerlerin kaldırılması engel ve baskının hafiflemesi ile mi bu görünürlük mümkün oldu?

Yoksa daha iyi bir dindarlık mümkün müdür? Eğer mümkün ise bu arzuyu eldeki araçlar ile gerçekleştirmek mümkün müdür?

Uluslar arası konjonktür İkinci Dünya Savaşı sonrasında değişirken Türkiye bunun dışında kalamadı. Çok partili hayata geçiş bunun neticesinde mümkün oldu. En yüzeysel demokrasi de bile 'halk' hesap dışı tutulamaz. Dolayısıyla çok partili sisteme geçişle birlikte Türkiye'de 'halk' oyuna dahil oldu. Öte yandan Türkiye'de büyük nüfus hareketliliği ve köyden şehre göç 1940'lı yılların sonrasında gerçekleşti. Şehre gelen insanlar inançlarıyla, değerleriyle geldiler. Bu iki büyük gelişme ile birlikte devlet, Hoca'nın da bahsettiği 'dinsizleştirme' projesini yürütebilecek takatten yoksun kaldı. Darbe dönemlerini dışarıda tutarsak ve bir miktar yasal mevzuatı görmezden gelirsek denilebilir ki; çok partili hayata geçtikten sonra yaşanan, toplumun önüne konulan bariyerlerin hem uluslar arası konjonktür hem toplumun iç dinamikleri eliyle tedrici olarak kaldırılmasından ibarettir.

Toplumun dindarlığı ile iki üç kurum arasında sebep-sonuç ilişkisi kurarak bir sonuca varırsak, en hafif deyimle aşırı iyimser bir konumlanışla, hakiki sorgulama ve arayışlara set çekip bir başka bariyeri bu toplumun önüne kendi elimizle koymuş oluruz. Böyle bir sebep-sonuç ilişkisi kurmak bir rahatlık verebilir; lakin bu, olanı doğru bir biçimde yansıtmaktan ve muhtaç olduğumuz şeyi aramaktan uzak bir konuma bizi iter.

Bugün, çocuklarını İmam-Hatip okullarına ya da Ku'an kurslarına göndermek isteyen aileler için zaten bir engel bulunmuyor. İmam-Hatip okulları dışındaki diğer eğitim-öğretim kurumlarında seçmeli olarak okutulan dersler ile çocuklarını İmam-Hatip okullarına göndermeyen aileler için de bir tercih çeşitliliği oluşturulmuş durumda.

Hal böyleyken 'Zorunlu din dersi' uygulamasına sahip çıkmanın anlamı nedir?

Almak istemeyenler için bu dersi, maruz kaldıkları ve üstlenmek zorunda bırakıldıkları bir yük olarak onlara yüklemenin dindarlıkla ya da dindarlaşmakla ne ilgisi olabilir? Aksine dindarlığımız bir kişi bile olsa onun feryadına kulak kabartmayı bize söylemiyor mu?

[email protected]

@_aydinali