Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.79
Gram Altın
2431.58
BIST 100
10082.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

15 Mart 2021

Bugünü peşinata saymıyorlar

Hayat denizinde dünya denen bir köpek balığının sırtındaki yüzgece tutunarak yaşıyoruz. Ne büyük kâbus değil mi? Belki de cesaret, kim bilir? Macera severler için büyük fırsat. Bazıları da korkuya yakın oldukça daha az korkacaklarını düşünerek tehlikeye yakın olmak istiyor. Adına her ne denirse densin, dünya denen maddeden kendimizi o denli soyutlarken bir o kadar da sahipleniyoruz onu. Ondan çok korkuyoruz, ama onsuz da hiçbir hesabımızı yapmıyoruz. İç içe geçmiş girift duygular sarmalında çamura saplanmış araba gibi bocalayıp duruyor, her bocalamada daha fazla batıyoruz çamura. Bir çekiciye, kurtarıcıya ihtiyacımız var ama buna da gururumuz izin vermiyor.

Günlük kaygıların telaşında geçinip giderken büyük hesapların uzmanı sayıyoruz kendimizi. En büyük hesabımız ise hesabımıza yatacak olan maaş. Dolayısıyla en çok gündemimizi de işgal eden maaş zamları oluyor. Maaş zamlarının hesabıyla geçiyor ayın ortasından sonuna kadar geçen vaktimiz. Hükümet ile sendika arasında enflasyon oranı üzerinden yapılan pazarlık yağmurlarında ıslanmasın diye toplu sözleşme şemsiyesinin altına gizliyoruz onu. Ne kadar gizlersek gizleyelim, biri galip, dolayısıyla öteki mağlup bir halde %7’si, bilemedin %5’i ıslanıyor maaşımızın.

Yapacak bir şey yok, şükrü nimet bilen millet olarak verilende vardır hayır diyerek halimize “Elhamdülillah” diyoruz. Dahası dünyalık işlerde hep kendimizden aşağıdakilere, ahiret işlerinde ise kendimizden yukarıdakilere bakılması gerektiğinin öğüdüyle büyütülmüş son nesiliz, nihayetinde. Bu sebeple ufak ayrıntılar koymuyor bize ve bizden daha kötülerin haliyle dertlenmek düşüyor payımıza. İnsan olmanın gereği bu sırda gizlidir bilinciyle.

Belki de kendimizi kandırmada mahir olmuşuzdur. Kendimizi kandırmadığımızı iddia ederek maaş ayrıntısına takılmayalım da marketlerin zam oyunları maskesini görünce ne yapalım? Tam bir seyirlik orta oyun. Perdenin arkasından biri kuklaları oynatırken bizi yutturuyor ve biz de kandırılışımıza tempolu şekilde alkış tutuyoruz. Önce bindirilip sonra indirilen fiyatlar, gramajı gram gram küçültülen ambalajlar, muadil ilaç pazarlıkları tadında rahatsızlıklar, yüzde yüz eklenip yüzde yirmi tonajdan kar eden çok zincirli ve zincirleri bileklerimize kadar uzanan marketler. Virgülden sonra hep doksan dokuza ayarlı rakamlar gibi zihnimiz. Bir fazlası olursa taşacak ve zihin dünyamızın iflahı için kırmızı odalı psikologlara koşacağız adeta. “Bu hayat bana fazla geliyor Doktor Hanım!” diye avazımız çıktığı kadar bağıracak ve mahalleyi ayağa kaldıracağız.

Bu kadar küçük hesaplar içinde aynı yanılgının peşine düşerken ocak temmuz arası maaş farklarını hesapladığımız zaman kadar cennet ile cehennemi hayat terazisinde tartma gayreti gösteremeyişimizin aymazlığını hangi kredi kartına taksitlendirebiliriz ki? Daha da acısı çekilen kredilerin son ödeme tarihini hatırlatan alarmlar kurarken günde beş vakit bizi çağıran en kutlu davetin alarmına gönlümüzü kapatışımızı hangi hesabın terazisi tartabilir? Peki en büyük Sevgili’ye vuslat vakti olan ölüm anının alarmını kurmayı öteleyince onun gelmeyeceğini düşünerek yaşadığımız yanılgıyı hangi ikaz bize hatırlatacak?

Parti parti, sendika sendika, dernek dernek, cemaat cemaat, … taksim ettiğimiz insanlığı solcu, sağcı, doğulu, batılı, şehirli, köylü gibi ayrımlar arasında anlamını yitirmiş kavramların tedavisini prozac ve dolorex arası git-gellerde bulmaya çalışırken bir tatlı söz, bir güler yüz reçetesini denemeyi kendimize bir türlü yakıştıramıyoruz. Bu yılın modası asık surat deyip geçiştiriyoruz.

Buzların erimesi için her zaman güneş gerekmez ve bazı güneşler buzları eritemez. Samimi bir söz, aşk ile atan kalp, sevgiyle bakan göz bir anda ısıtıverir buz tutmuş gönülleri. Tüm aysbergleri bir tatlı söz ile paramparça edebilirken atomu parçalama derdinde bir ömrü heba edişlerimizi hesaba bile dâhil etmiyorum.

Gemi aysberge çarpmaya görsün, o vakit deniz yanılmıyor hesabında. Dersini bütün sınıfa anlatan öğretmen misali, gemilerden dökülenler arasında hiçbir ayrım yapmadan herkese eşit davranıyor deniz. Yeter ki gemi batmaya mahkûm edilsin, denizin herkese yetecek kadar kucağı ve mezarı vardır.

Durum böyle iken insan birbirine girift nefesler uçurumunda uyuduğu uykunun düşünde ne kadar yalnız olduğunu anladığında kredi kartının limitinin bittiğini anımsatan bir “dıtttt” sesi duymuş gibi irkiliyor. Yaşanılan taksitler peşinata da sayılmıyor artık. Toplu bir hesabın artık bakiyesi olarak düşülüyor hayattan ve bir sonraki rakama yuvarlanırken yuvarlanıp gidiyor ahirete dünyadan…

Kaygısını güttüğümüz bin dert bir mutluluğa varmıyor yolun sonunda. Orman gibi çok fazla ağaçtan müteşekkil olduğumuzun yanılgısını demirin soğuk yüzüyle tanışıp tek başımıza kesildiğimizde fark ediyoruz. Bu kadar büyüttüğümüz dünya, koskoca bir ormanda bizi sadece bir ağaç olarak görmekte, küçük bir ayrıntı olarak kalıyoruz onun defterinde. Biz ise dünya denen köpek balığının yüzgecine tutunarak denizler aştığımızı zannediyor, “oh ne ala!” diyoruz. Peki, o köpek balığının bize dönüp attığı son bakışın son anımız olacağının farkında mıyız? Hülasa yaşadığımız gün peşinata sayılmıyor ve köpek balığının dönüp bize bakmasına ramak kaldı.

Unutma ki, her filmin sonunda köpek balığı galip geliyor.