Dolar (USD)
32.26
Euro (EUR)
34.71
Gram Altın
2399.50
BIST 100
10336.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Bursa''da Zaman Çok Hüzünlü -I-

İyilik değerlerimizin ve estetik medeniyetimizin somut peyzajlarından birisiydi Bursa şehri.

Bu şehri görmeyenler Bursa’da doğacaksın İstanbul’da yaşayacaksın Konya’da öleceksin kutsal güzellemesiyle yaşamışlardı daima.

Bursa ilk sırayı almıştı bu güzellemede. Çünkü bütün güzellikleriyle masumiyeti temsil ediyordu. Doğumla gelen masumiyet gibi bir masumiyeti. İnsani bir durum olarak şark marifet ve medeniyetinin somut bir peyzaj tablosundaydı bu masumiyet. Belki bu masumiyete binaen şehzadeler şehri olarak anılmıştı. Bu masumiyete binaen yapılarda kündekarilik esas alınmıştı. Doğal güzelliğin yansımalarını doğal olan ve sadece kendinden olanla oluşturmaktı bu masumiyet. Nihayette de tabîlik ve sadeliğin oluşturduğu estetik güzellik Bursa’nın kimliği olmuştu. Bundandır ki Evliya Çelebi Bursa için ruhaniyetli bir şehir demişti. Ahmet Hamdi Tanpınar ise Bursa’nın güzelliği tabiatın ve tarihin bir işbirliğidir diyecekti.

Güzellik ve estetiğin peyzajda somutlandığı bu tarihi şehri görmek, Tanpınar’ın anlattığı Bursa’yı anlamak ve Bursa'da zamanı yaşamak bir deneyim olacaktı.

Tanpınar, Bursa'da zamanı yaşayarak mı muhayyilesine sığınarak mı yazdı bilemiyorum. Lakin anlıyorum Tanpınar’a ilham veren bir peyzajın o şehirde olduğunu. Beş Şehir denemesinin ve Bursa’da Zaman şiirinin şehri idi burası tarihin bir döneminde.

Tanpınar’ın ifadesiyle Bursa, şimdiye kadar sakladığı el değmemiş mazi rüyasıyla içimizde konuşan en geniş davettir.

Ve davete icabet ettim. Yine Bursa’dayım. Şehrin kimliğini görmek ve bilmek için yollardayım.

Tarihi yapılar yaşamlarının hiçbir evresinde olmadıkları kadar mahzun ve kuşatılmış durumdalar. Onları seyre gelenlerse asırların medeniyetinin somutlandığı yapılardaki güzellikleri anlamak yerine ellerindeki makinalarla durmadan fotoğraf çekiyorlar.

Hüzünlendim. İlk önce Ulu caminin semtine geldim. Bir türlü arabayı park edecek yer bulamadım. Büyük puntolu ve dikkat çekici yazılarla vahşi kapitalizmin bütün acımasızlığını ve soğuk yüzünü gösteren ücretli otoparklar adım başı yolumu kesiyordu. Bu işi şehreminliği dahi acımasızca yapıyordu. Bu semtte her şey paraya dönüşmüş. Tuvaletler dahi paralıdır. Hem de paranız varsa size yol veren yoksa engelleyen otomatik bariyerlerle karşınızdadır. Halbuki medeniyetimizde cami ve havalisi sadece ruhun ihtiyacını gideren bir yer değildi. Hanlarıyla, hamamlarıyla yanlarındaki çarşılarıyla insani tüm ihtiyaçlarınızı gideren ve karşılığında da ciddi bir bedel istemeyen bir medeniyet merkezimizdi.

Zaman ilerledikçe şehirleşme adı altında kapitalizmin vahşi ve acımasız o soğuk yüzü kendini gösterdi. Helal olmayanlar yasal operasyonlarla helal gösterilmişti. Bu işler tamamen iyilik medeniyeti olmaktan çok sermaye kapısı ve birilerini zengin etme durağı olmuştu. Ne yazık ki Ulu Cami de bu kervana dahil edilmişti. Bu utanç tablosuna şahit oldum. Hemen caminin içine hüzünlü bir halde ama edeple girmek istedim.

Dışarısı tamamen bir ticaret metaı alanı olan Ulu Cami’nin içerisi de huzuru anlamayan sadece elindeki makinalarla fotoğraflanan bir güruhla karşı karşıyaydı kanaatimce.

Caminin içindeki şadırvanda abdest aldım. Huşu ile namaz kılmak istedim. Nerede! Namazın dahi içinde huzurla kılınamadığı bir yer olmuştu orası. Çünkü caminin içini fotoğraflamak isteyenlerin nazarında Allah’ın huzurunda durduğunuzun pek önemi yok gibiydi. Bir curcuna almıştı içeriyi.

Bütün bunlara rağmen namazdaki huzurdan sonra camideki estetik güzelliği seyre daldım.

Evet çok farklı idi Ulu Cami avludaki şadırvandan tavandaki ve sütunlardaki işlemelere kadar. Zarafet buralardaki ince işçilikteydi. Mimar Ali Neccar’ın ibadetin huzuruna dönük inşa ettiği bu estetik güzellik tarihinde bir çok defa mahzun olacak ve hüsranlarla karşı karşıya kalacaktı. İnanın cumhuriyetten günümüze dek yaşadığı hüzün ve hüsran tarihinin hiçbir döneminde yaşanmamış gibiydi. Hele bugünkü hali, anlaşılamamanın verdiği en trajik bir vaziyetti.

Cami içindeki hüzünlü seyrim tarihi mermer vaaz kürsüsünün önündeki yazıyı okuma çabasıyla durdu. Orada şöyle yazıyordu:

Desem ma’nâda arş-âsâ sezadır

Ne ra’nâ kürsi-i dil-keş-edâdır

‘Manada arş gibidir’ desem yerindedir. Ne güzel cazip edalı bir kürsüdür. Ama bunu bilenlerin sayısını bilmek mümkün değildir. Kürsü de yalnızdır cami de desem yerindedir. Burada bana bu kadar hüzün kafidir.

Camiden çıktım. Hanların sesine kulak vermek istedim. Hanlar bütün kadim şehirler gibi Bursa’nın da tarih yolculuğundaki şehir kimliğinin en canlı ve heyecanlı tarafıydı. Çoğu aslına uygun restore edilen bu hanlar da tarihi fonksiyonlarını icra etmekten uzak kalmışlardı. Eşyaların istilası altında sadece bir depo veya kiler vazifesinde duruyorlardı. Koza handan Aynalı çarşıya Emir handan Tuz hana kadar vs. hepsi şuursuzca yapılan alışverişin gürültühaneleri gibiydiler. Müşterilerin sadece sergilenen mallara aylak aylak bakmalarının hüznünü yaşıyorlardı. Şehrin peyzajının hala en güzel kısımlarını oluşturmalarına rağmen tarihsel ve estetik güzelliklerinin fark edilemeyişi onları pek mahzun ve dahi çok hüzünlü hale getiriyordu. Hanlardan da üzüntüyle ayrıldım.

Ulu cami semtindeki hüznüm biraz azalsın diye Cuma’ya Emir Sultan’a gittim. Vakit girmişti. Etrafı fark etmeden içeriye girdim. Cumanın akabinde etrafı gezdim. Emir Sultan ile vedalaştım. Başlayan ve devam eden restorasyonun mutluluğuyla camiden ayrıldım.

Keşke ayrılmaz olaydım. Emir Sultan da ucubeliklerle istila edilmişti. Hem de yolların o insanı huzursuz eden gürültü ve kargaşa çirkinliğiyle. Bütün trafik kirliliğinin şahit olmak yetmiyormuş gibi bir de hiçbir estetik mimarisi ve insani peyzajı olmayan ucube yapıların esaretinde kalarak yaşama tutunmaya çalışıyordu Emir Sultan.

İnanın ki sanki bu çirkinliği azaltırım diye orada vatan tutmuştu Zeki Müren. Sesi kesilmişti belki sanat güneşinin. Lakin nağmeleri hayatta olmadığı kadar hazin bir terennümle icra ediliyordu. Gitme sana muhtacım diyordu. Pek hüzünlendim. Yeisle oradan da ayrılıverdim.

Şimdilik söz az ve öz gerektir vesselam.