Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

27 Ekim 2018

Cehalet ve köylülük

Kendi insanını ve değerlerini mütemadiyen aşağılayan ve hakir gören bir rejime doğduk ve onunla büyüdük. Garip bir biçimde daha yakın geçmişimizde dört başı mamur bir estetik ve başarılı bir eğitim dünyamız yokmuşcasına, bir imparatorlukla beraber toprakları, üstü başı, hayatı ve refah düzeyi tarumar olan bu nesillere hiç merhamet edilmedi, hiç kimse daha dün bir dizi savaş, ihanet ve ölüm görmüş bu neslin travmalarını onarmayı bir kenara bırak, anlamaya bile çalışmadı. Onun yerine bu insanlarla araya balolar, jazzbandlar, eldiveler ve şapkalardan bir duvar örülme yoluna gidildi. Az sayıdaki bir insan grubu, yaşadıkları o deryada nefes alamadıklarından yakındı, halbuki derya içre kendi akvaryumlarını inşa edip kendilerini küçük bir yere hapseden bizzat kendileriydi.

Onların bu anlayışsızlığı ve üstüne üstlük hakaret ve aşağılamalarına karşılık, kalabalık insan grubu kendini koruma refleksi ile etrafına başka duvarlar çekmeye mecbur oldu. Bir zaman sonra bu refleks öyle bir tuhaf hale geldi ki, o duvarın dışında dünyanın olduğu unutuldu. Zaman zaman o duvarı tırmanarak aşıp geçen nice düşünürler olduysa da onlara şüphe ile yaklaşıldı ancak ölümlerinden sonra onlara dair bir güven geliştirilebildi ve hak ettikleri yeri öldükten sonra aldılar. Kendini koruma refleksiyle katılıp kalan insan gruplarında herkesin tekrarından farklı şeyler söyleyenlerle ilgili güven duygusu genelde onlar öldükten sonra oluşur.

Öte yandan akvaryum ahalisinin en büyük ilüzyonu, şeffaf camlar sebebiyle, dünya ile aralarında bir sınır olmadığına, deryaya karışmakta olduklarına inanmalarıydı. Türkiye’de enterasan bir süreç yaşandı. Hem duvarlar büyük ölçüde yıkıldı, hem de akvaryum kırıldı. Kimilerinin agorafobiye kapılması, kimilerin sudan çıkmış balık gibi hissetmesi biraz da bu yüzden…Olayların bu yönde gelişmesinde şüphesiz zamanın imkanları, teknolojinin aktığı yönün de etkisi büyük...

Duvarların görece yıkıldığı, sınırların görünmez ve şeffaf bir hal aldığı bu dönemde etki-tepki ilişkisinin de buharlaşacağını düşünebilirdik ancak tabiatta her etki, eşit ölçüde tepki yaratacak şekilde tasarlanmış. Uzun zamandır cahil, kaba, köylü olarak hakir görülen kesimin içinde garip bir güruh da bir tepki grubu olarak peydah oldu.

Cehalet ve köylülüğü kutsayan tuhaf bir grup bu. Özellikle müslüman bir toplum için oldukça tuhaf bir tepki bu. En büyük düşmanına ‘Ebu Cehil’ yani cehalet babası ismini vermiş bir inancın takipçileri için anlaşılabilir birşey değil.

Biz ümmi bir peygamberin ümmetiyiz. Lakin irfansız cehaleti ululayan bir inancın taşıyıcısı değiliz. Okur yazar lakin irfansız olanları cahil kabul ettiğimiz doğrudur ama irfan sahibi alimleri de beni israilin peygamberleri seviyesinde gören bir inancın taşıyıcısıyız.

İki Cihan Serveri’nden önce Medine diye bir şehir yoktu. Yesrib’i Medine haline getiren O’ydu. Yani şehir inşa edendi O, bedevi kültürünü ululayan değil. Medeniyet kelimesinin kökü de malum medine, yani şehir kelimesidir. A.Hamdi Tanpınar şehir için der ki: ‘Şehir bir terbiyenin ve zevkin etrafında teşekkül eden müşterek bir hayattır.’ Ahlaklı şehirleri ve şehirlileri olanlar medeni kabul edilir yani medeniyet kurmanın, medeni olmanın yolu tarihte her daim şehirlerden geçmiştir ve bu altın kural hiç değişmeyecektir.