Çehov ve Memurun Ölümü Hikâyesi
“Yazabildiğiniz kadar çok yazın! Parmaklarınız kırılına dek yazın, yazın, yazın!” Bu sözlerin sahibi Dünya edebiyatında durum-kesit hikâyeciliğinin öncüsü olarak bilinen Anton Çehov’a ait. Çehov, bu sözleri söylerken 26 yaşındaydı. Kuzeni Marya Miselyova’ya yazdığı bir mektupta bunları söylemişti. Daha 26 yaşında okumanın, yazı yazmanın, edebi ürün elde etmenin tadına varmış bir yazarın hayat hikâyesi maalesef yazdığı, hikâyeler ve tiyatro eserleri kadar uzun boyutlu değildi. Onun romanlarını, tiyatro eserlerini bir yana bırakırsak sadece Memur’un Ölümü adlı hikâye kitabı bile 66 hikâyeden oluşmaktadır. Böyle velut bir yazar 44 yaşında hayata gözlerini yummuş bir trajedi örneğidir.
Çehov, dünyaya gözlerini Rusya’nın
1860’ındaki çetin kışında açmıştır. Rus edebiyatı için tartışmasız en önemli
isimlerden biri. Rus tiyatro yazarlığıyla birlikte günümüzde de adını verdiği
Çehov tarzı durum hikâyeciliğinin kurucusudur. 21. Yüzyıl da dâhil olmak üzere
birçok dönemde oyunları ve hikâyeleri defalarca oynanmış ve yorumlanmıştır.
Çehov’un içine doğmuş olacak ki ona,
kısacık ömrüne onlarca eser sığdırmak
nasip olmuş. Onu bu yönüyle edebiyatımızda Ömer Seyfettin’e benzetirim. Ömer
Seyfettin de başta Kaşağı olmak üzere onlarca kitabını 36 yıllık ömrüne sığdırmıştı.
Ondan daha olgun eserler bekleyecek çağda o, bu dünya göçünü tamamlamıştı.
Çehov’un ilginçtir kendi çağdaşları ve kendi ülkesindeki yazarları da aynı
yaşlarda vefat eder. Mesela Puşkin otuz sekiz yaşında, Gogol kırk üç yaşında
vefat eder. Petersburg hikâyeleri, Ölü Canlar, Kumarcılar, Bir Delinin Hatıra
Defteri Gogol’dan, Yüzbaşının Kızı da Puşkin’den edebiyat dünyasına miras
kalır. Burada Gogol’dan bahsederken Dostoyevski’nin “Hepimiz Gogol’un
paltosundan çıktık.” Sözünü hatırlatalım. Belki birazdan bahsedeceğimiz
“Memurun Ölümü” hikâyesine bir gönderme yapacağız.
Çehov daha üniversitede tıp
fakültesini okumaya başlar başlamaz Moskova’da çıkan bütün dergileri alır, okur
ve inceler. Önceleri mizah yazıları yazmaya ve bu yazıları birçok dergide
müstear isimle neşrederken bir dönem sonra ciddi yazılar yazmaya başlamıştır.
Hatta daha sonraki yıllarda toplu eserlerini neşrettiğinde bu mizahi
hikâyelerine yer vermemiştir. Fakat ona para kazandıran hikâyeleri de bu mizahi
hikâyelerdi. Çehov, bu hikâyeler sayesinde Moskova’da banliyö dediğimiz şehir
dışından daha ferah bir semtte daha ferah bir ev almıştı ailesine.
İşin ilginç yanı Çehov, daha önce şehrin
banliyösünde ve bodrum katta kalan ailesini ve kendisini bu durumdan kurtarmak
için zengin olmayı ve başarılı olmayı ancak tıp fakültesini okumakla olacağını düşünüyordu.
O zamanlar yine kuzenine yazdığı bir mektupta “servet sahibi olacağım... İki
kere iki nasıl dört ediyorsa servet sahibi olacağım” diye mektup yazmıştı.
Ancak ailesi, kardeşleri yanında komşuları ve sürekli evine gelen akrabaları
Çehov’a bir tat vermiyorlardı. Bir mektubunda “Yan odada bir akrabanın çocuğu
ağlıyor. Öteki odada babam anneme yüksek sesle kitap okuyor. Şehir dışına çıkıp
kırlara gitmek istiyorum. Ama sabahın biri… Bir edebiyatçı için daha rezil
koşullar düşünebiliyor musunuz” demişti.
“Ayırtman memuru Çerviakov, ikinci
sıra koltukların birinde oturmuş, dürbünle “Kornevil Çanları” adlı tiyatro
oyununu seyrediyordu.” Çehov’un 66 hikâyelik bu kitabın en can alıcı hikâyesi
“Memur’un Ölümü” hikâyesi böyle başlıyordu. …
Memur’un Ölümü, aslında toplumda
küçük insanı anlatıyor. En ufak bir olayda amirinden onlarca defa özür dileyen,
amirini bazen bıktırma noktasına getiren küçük insanların dramı, bu hikâyede
bir trajediye dönüşmüş durumda. Tiyatro’da aksıran-hapşıran bir ayırtmanın önünde
oturan bir generali rahatsız ettikten sonra defalarca ve sonraki günlerde de
rahatsız etmesi sonucun başlayan bir dram anlatılmaktadır.
Daha önce Gogol’un Paltosundan
bahsetmiştik. Küçümsenilen insan profilindeki Memurun Ölümü hikâyesinde de aynı
durum söz konusu. Bir ayırtman memuru üzerinden işlenilmiş tema, gerçekçi bir
anlatımla aktarılmıştır. Rus edebiyatındaki yazarlar toplum içerisindeki
aksaklıkları, özellikle bürokrasideki işleyiş sorunlarını edebiyatın tam
ortasında nefes aldırır hale getirmişler. Ayrıca düşündüren mizah da hikayede
eksik edilmemiş. Gogol’un Paltosuyla başlayan anlatım tarzı, o dönem Rus
edebiyatının birçok yazarını da etkilemiştir. Dostoyevski de bu nedenle itiraf etmiyor
muydu? “Hepimiz Gogol’un Paltosu’ndan
çıktık!” diye.
Bir dönem Kemal Sunal ile başlayan
toplumcu gerçekçi filmler de bu hikâyelerden nasibini almıştı.