Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

10 Temmuz 2014

ÇÖZÜM SÜRECİ NEREYE?

Hükümet "Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Tasarısı" adı altında Meclis'e bir çerçeve kanun sundu. İçeriğinde terör örgütlerinin aktör olarak muhatap kabul edilmesi, bununla ilgili kişi ve kuruluşlarca görüşülmesi ve dağdan inenlere bazı sosyal hakların tanınması gibi düşünceler var.

Bu sorunun halli sırasında önemli olduğunu düşündüğüm kırmızı çizgileri belirtmeden önce, meseleyi birkaç boyutlu olarak ele almak istiyorum. Birincisi, Hükümet'in, tüm bu tavır alışlarında acaba dışarıdan bazı taleplerin sıkıştırması söz konusu mu? Yani bu iş nereye gidecek? Bunlar henüz cevabını bilmediğimiz ama endişe ile izlediğimiz sorular. İkincisi, tüm bu süreçlere Hükümet tam bir hakimiyet içinde ise, kırmızı çizgilerin neler olduğunu deklare etmesini bekliyoruz. Çünkü dile getirilen bir takım talepler, yapılan açıklamalar (söz gelimi Hüseyin Çelik'in konu ile ilgili açıklamaları) ve Türkiye dışındaki gelişmeler bu netleşmeyi zorunlu kılıyor bana göre.

Şimdi Hükümetin dağdan inmeyi teşvik etmesi ve buna uygun bir adaptasyon politikası geliştirmesi kanaatimce olumlu. Tabii ki bunun mevcut düzenekler ve dokulara zarar getirmeden yapılması gerekir. Bu bağlamda dağa çıkışın sebeplerini ortadan kaldırmak daha da büyük önem taşıyor. Fakat bu arada PKK'nın hala dağa adam götürmesi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da kontrolün hala kendilerinde olduğunu deklare etmeye yönelik icraatlar yapması, samimiyetten uzak ve barış sürecini dumura uğratan yaklaşımlar.

Bununla bağlantılı olarak, son dönemlerde "Kürdistan" ifadelerini kullananların sayısının arrttığı görülüyor. Irak'ta bir Kürt Devleti'nin tartışılması, orası ile ilgili bir durumdur. Ama Türkiye'de bir bölgeyi kürdistan şeklinde ifade etmeye çalışmak asla kabul edilemez. Bizim kırmızı çizgiler dediğimiz şeyler bu noktalarla alakalı biraz da. Bu ülkenin adı Türkiye'dir ve toprak bütünlüğüne sahiptir. Bu durum, bir tartışma konusu değildir. Her şeyden önce Türkiye'de Türk, Kürt ve diğer tüm etnik gruplar her bölgede artık karışmış olarak yaşamaktadırlar.

Bir de yerel seçimlerden sonra, "yerel yönetimlerin güçlendirilmesi" fikrinin özellikle BDP ve HDP tarafından dile getirildiğine şahit olduk. Hatta Kışanak, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki petrollerden bölgedeki belediyelere pay ayrılmasını talep etti. Bunların çok iyi niyetli yaklaşımlar olduğunu düşünmüyorum ve biraz da federasyona ve ayrılıkçı politikalara zemin hazırlayan bazı talepler olarak ortada sırıttıklarını düşünüyorum.

Kırmızı çizgilerden en önemlisi de, Bayrak'tır. Özellikle son dönemlerde Bayrağa yönelik saldırılar (bunların bazısı komplo olarak adlandırılsa da) ülkemizi rahatsız edecek boyutlara ulaşmıştır. Bayrak, bu ülkenin yabancılara karşı kazandığı zaferin ve aslında tüm etnik unsurlarıyla hep birlikte kazanılan zaferin ortak bir sembolüdür. Bu anlamda, bir tarihi, ortak bir aidiyeti belirtir. Bu süreçte bayrağın da bir kırmızı çizgi olarak korunması gereklidir ve tartışmanın bir boyutuna oturtulması, hem bir tarih bilinci ve aidiyeti çökertir hem de Türkiye'nin elini yabancılara karşı zayıflatır.

Evet, geçmişte belirli bölgelerde insanlara bazı zulümler yapılmıştır. Fakat bu zulümlere, Türkiye halkı ortak değildir. Üstelik de zulmedilen tek kesim kürtler de değildir. Fakat bu zulümlerin karşılığı olarak ortalığın savaş alanına çevrilmesi, BDP'nin ve HDP'nin savaş dilini tekrar etmesi kabul edilemez. Üstelik de bunun karşılığı Kürtlerin tüm taleplerinin kabul edilmesi olmamalıdır. Maalesef, PKK ve BDP'nin ulusçu ve marksist dili, zulme sebep olarak gösterip şikayet ettiği dili bir başka açıdan ve daha ağır olarak tekrar etmektedir. Bu sebeple, çatışmacı dili, herkesin aynı anda bırakması bir zorunluluktur.

Şimdi asıl sorun; bu ülkede yaşayan farklı etnik ve dini aidiyetleri olan tüm insanların, aynı haklara sahip olarak nasıl beraber yaşayacaklarıdır? Hiç şüphesiz bu, bazı insanlara haklarının lütuf olarak verilmesi değildir. Sadece insan olarak doğuştan aynı hakları kullanabilmesinin önündeki engelleri aşmaktır. Bunun yolu da, hakları bu ülkede yaşayan herkes için garanti edecek bir Anayasa'nın bir an önce hazırlanması ve yürürlüğe sokulmasıdır.

Türkiye çok farklı insanların birarada yaşayabileceği tarihsel, dini ve kültürel çok kuvvetli referanslara sahiptir. Sadece bu etnik sorunların ne zaman patlak verdiğini ve çok uzun tarih diliminde nasıl yaşadığınızı düşündüğünüzde bile bunları rahatlıkla anlarsınız. Bu açıdan benim "gündelik hayatın metafiziği" dediğim nokta, bu tarihi, dini ve kültürel referansları ele verir. Yani yabancı etiketli çözüm yollarını kazıyıp bir kenara attığınız zaman, altında aynı camide buluşan ve aynı mahallede komşuluk yapan ve kahvede muhabbet eden Diyarbakır'lı, Hakkari'li, Konya'lı insanları göreceksiniz.