Dolar (USD)
32.29
Euro (EUR)
34.79
Gram Altın
2411.43
BIST 100
10267.09
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

17 Temmuz 2019

Darbeler, Çocuklar ve Atıklar

Papa İkinci John Paul 24 Aralık 1999’daki bir konuşmasında şöyle demiştir: “Birinci bin yılda Avrupa Hristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya’yı Hristiyanlaştıralım.” 15 Temmuz işgal girişimi bir bakıma bunun ilk yoklamalarından, pratik zeminlerinden biridir ve periferik alan olarak Türkiye kullanılmıştır. Birinciyi saymazsak Hristiyanlığın ikinci bin yıldaki Asya girişimi Salahattin Eyyubi başta olmak üzere Anadolu direnişi tarafından püskürtülmüş ve akamete uğratılmıştır. Üçüncü bin yılın birinci asrının ilk çeyreğindeki girişimi biraz da böyle okumak gerekiyor. O gece başaramadılar. Yeniden deneyecekler, başarana veya büsbütün ümitlerini kesene kadar durmayacaklar. Bununla birlikte, bizim ne yapacağımız, olası bir dahaki işgal girişiminde nasıl bir tavır alacağımız da en az onların bir dahaki girişimi kadar önemli. Önemli olan bir şey daha var elbette. Darbenin üstesinden gelmek ile darbe sonrasında, darbenin yeniden hortlamasının şartlarını ortadan kaldırmak. Birinciyi şehitlerimiz, gazilerimizle bir şekilde hallettik. Ya ikinci? İşte oraya dair bazı sorularımız, sorunlarımız, hatta eksiklerimiz olduğu gün gibi ortada.

Her darbe kötüdür. Hastalık gibi. Vücudu önce halsizleştirir, sonra gücünü kuvvetini alarak çaresiz bırakır. Bir sonuçtur darbe. Belki biraz da bu yüzden dünyanın bütün darbecileri, harekete geçmeden önce darbenin zeminini oluştururlar. Kaos çıkarır, milleti birbirine düşürür, karşıtlık yaratır, çürümeyi, kokuşmayı tetikleyecek sayısız sosyolojik yöntem kullanırlar. Ülke yönetilemez hale gelince de müdahaleyi meşru gösterirler. Böyle olmuştur. Hep böyle olmuştur. 1859’dan beri yerli yahut dış destekli bütün darbelerin önce zemini hazırlanmış, sonra harekete geçilmiştir. Ve bizim gibi toplumlarda; az gelişmiş, gelişmekte olan, bir türlü tam gelişme fırsatı olmamış, oldurulmamış toplumlarda darbe tehlikesi hiç bitmez. Virüs maharetle alınsa, bütün çevre organlardan temizlense bile bir yolunu bulup günün birinde mutlaka ortaya çıkar. Bu sebeptendir ki darbenin savuşturulmasının ardından teyakkuz elden bırakılmaz; toplumun bütün kesimlerindeki, her katmandan çürümüş dokuların gözden geçirilmesi gerekir. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasını biraz da bu gözle okumak ve değerlendirmek zorundayız.

Her darbe kendi çağının ürünüdür. O çağın araçlarını kullanır. Postmodern sürecin araçları da kendi gibi yumuşaktır, minimize edilmiştir, fraktaldır. Kendisi görünmeyen ama etki kabiliyeti yüksek bir araçlar alanıdır postmodern çağ. Bir zamanların ağır sanayisinin yerine hafif sanayi ile çalışır. Toplar, tüfekler, süngülerin yerini İHA’lar, SİHA’lar, böcekler alır. Kendisini göremezsiniz ama etkisi her an burnunuzun dibindedir. Hareket eden her şeyi görür, dinler, istediğini, istediği an ortadan kaldırır. Zihniyeti böyledir, kurumsal yapısı, insan profili, araçları böyledir. Varlığı son derece minör, etkisi son derece majör…

FETÖ postmodern çağın ürünüdür. Sosyal bilimlerin en yeni varyasyonlarıyla donanmış ve onun ihtiyaç duyduğu argümanların hepsine sahiptir. Bir yönüyle CIA, öteki yönüyle KGB’nin yöntemlerini taşır. Hikayesi uzun olduğu için, doğası, yöntemi ve işlevine dair ayrıntıları burada uzun uzun anlatmak konunun dışına çıkmak anlamına gelir. Sonuç itibariyle göründüğünden çok daha güçlü bir örgüt olduğu, sadece Türkiye’de değil elliden fazla ülkede örgütlenmesinden bellidir. Doğu Bloku ülkelerine bile sızmış olması, Türkiye’nin onca gayretine rağmen varlığını hala Orta Asya’da, Afrika’da sürdürmesi de bunu gösterir. İşin bizi birinci derecede ilgilendiren tarafı ise darbenin üstünden geçen üç yılda ne yaptığımız, nereye kadar geldiğimizdir. Neleri başarıp neleri eksik bıraktığımız, hatta nelere henüz el atmadığımız hayati derecede önemlidir.

Darbenin ilk yılında kanser hücresini yakalamış cerrah gibi çürümüş dokuları söküp attık. Bu arada, onun yanında yöresindeki bazı sağlıklı organlar da zarar gördü elbette. Hatta belki hala hiç dokunulmadık hücreler, dokular da var. Bu biraz da cerrahın müdahale gücü kadar kanserin gizlenme kabiliyetine ve vücudun sağlığına da bağlı. Hatta bazen ameliyata cerrah yerine kasap gönderilmesiyle de ilgili. Ancak yapılması gerektiği halde yapılmadığını düşündüğüm bazı hususların altını çizmek isterim.

Darbenin ilk yılında Türkiye’nin FETÖ’yle İmtihanı adlı bir yazı yazmıştım ve orada örgütle nasıl mücadele edilmesi gerektiğine dair altı madde sıralamıştım. Varılan noktada, dikkat çekilen pek çok hususun hiçbirine dokunulmadığını üzülerek kaydetmek isterim. Eğer bu yazının yazıldığı süreçte bile hala bu tartışmalar bitmemişse, mücadele edenlerin iyi niyetleri bile ciddi ciddi sorgulanmaktaysa mücadelede bazı sorunların olduğu konusunda tereddüdü aşan hususlar var demektir.

Günümüzde gelişmiş ülkeler, enerjinin hayati öneminden dolayı tek bir çöplerini bile zayi etmeme uğraşı veriyor. Çerden çöpten, fosseptikten, atıktan yararlanmanın yollarını arıyor. Atıklarının tek bir zerresini bile heba etmiyor. “Geri dönüşüm” günümüz teknolojisinin ve sektörünün önemli alanlarından birini oluşturuyor. İnsan enerjisi madde enerjisinden daha değersiz olmadığına göre terörden arta kalanları dönüştürmeyi niye düşünmüyoruz? Üst düzey örgüt mensuplarının ekseriyeti yurt dışına kaçtı. Varlıklı olanlar bir yolunu bulup kendilerini aklayabildi yahut kamufle oldu. Altta yer almış ve teröre bulaşmış olanlar içerideler ve hapisten çıkacağı günü bekliyor. Peki çocuklar? Onlar ne yapıyor, neredeler, hangi duyguda, nasıl yaşıyor, geleceğin dünyasına nasıl adapte oluyorlar?.. İnancımızda savaş halinde bile çocuklar masumdur. Rüştü gelmemiş her çocuk masumdur. İster zalim, ister hain, ister düşman çocuğu olsun, çocuk çocuktur. Darbeye karışmış olanların çocuklarına yönelik bir terapi merkezi kurulmuş mudur? Bunların topluma yeniden kazandırılması ve geleceğin teröristlerine dönüşmemesi için önlem alınmış, mücadele başlatılmış mıdır? Suyu içilmiş plastiği, çöpe atılmış naylonu, paslanmış çiviyi bile fabrikaya gönderip yeniden dolaşıma sunan bir çağda insanın dönüşümünü yapmamak ne kadar sağlıklıdır? Mağdur, öfkeli, baktığı her yerde kin gören bir nesil yetişiyor, görmüyor musunuz? Bugün üç, beş, on beş yaşındalar; yarın otuz, kırk, elli yaşına gelecekler. Gözlerimizi kapattığımızda yok olmadıklarına göre, gözlerimizi açıp onların sorunlarıyla yüzleşmek gerekmez mi? Sosyologlar, ilahiyatçılar, psikologlar, tarihçiler, edebiyatçılar, kriptologlar ne güne duruyorlar? Üç yüze yakın üniversite var, onun kaç katı sosyal bilimler uzmanı, ne yapar, ne eder, ne üretirler? Devletin bundan daha büyük bir sorunu mu var? Masum, mağdur, elinden tutulmayı bekleyen bir çocuğun gözlerinin içine sevgiyle bakmak, Doğu Akdeniz’in diplerinde petrol aramaktan daha mı beyhudedir? Güçlü devlet, enerjisinin gramını heba etmez. Hepsinden yararlanmanın yollarını arar. Hiçbir çocuk, geri dönüşüme uğratılmayı hak eden çöpten değersiz değildir. Hiçbir insan hatta…

PKK terörü neredeyse bitme noktasına geldi. Belki yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren böyle bir örgütten bahsedilmeyecek bile. Acaba üçüncü bin yılın hayallerini görenlerin 15 Temmuz işgal girişimi, onun yerine tam da o bittiği an yeni bir terör örgütü kurmanın mı ürünüydü? Unutmayalım ki hiçbir darbe sebep değildir, bütün darbeler sonuçtur. Siyasal iktidarlarının yanlışlarının sonucu… Ve bugünün masum çocuklarının yarının zalim teröristlerine döneceğini gösteren sayısız hikayesi var tarihin. Kederli tarihimizde o hikayelerden yeteri kadar var zaten, neden birini daha ekleyelim ki? Yarın çok geç olabilir.