Dolar (USD)
32.27
Euro (EUR)
34.66
Gram Altın
2410.34
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Demir Atlarla İmtihan

Demir atların üzerinde yaşamın her yerinde koşuşturup duruyoruz. Hareket ederken de problem yaşıyoruz bir yere bırakırken de. Ne cinayetler işleniyor bir bilseniz.

Eskiden dışarı çıkınca atlar hana bırakılırdı. Yerlerine bağlanırdı. Birbirlerini ısırmaları muhtemel olduğu halde bu kadar kıyamet kopmazdı.

Eski atlar bir ilahi yapıdırlar. Her ne kadar Safkan Arap, İngiliz, Endülüs, Mustang, Doru, Küheylan vb. diye sıfatlarla tanıtılsalar da bu kadar hayatı zorlaştırmaz bilakis kolaylaştırırlardı. Herkesin onlara sahip olma şansı da yoktu.

Şimdiki demir atlar insani yapıdırlar. İnsanın zaafı ile beraber gururunu da taşıyorlar. Zaaf yetersizliklerini ortaya koyarken gurur bir aidiyet ve itaat veriyor sahiplerine.

Şimdi demir atlar kendilerine ayrılan yerde sessiz ve gemsiz bekliyorlar. Hem de tarif edilemez itaatle. Bu defa demir atların sahipleri birbirini ısırıyor. Akıl almaz bir öfke ve ani tepkilerle.

Bayram için yola çıkmıştı demir atlarıyla Mehmet beyler. Yeşillikler içinden gidiyordular neşeyle. Karşılaştılar bir alışveriş merkeziyle. İtirazlara rağmen girdiler oraya. Mehmet bey mırıldanmıştı. Siz siz olun evin hanımı itiraz ederse ona muhalefet etmeyin.

Demir atlarını diğerlerinin yanına koydular. Galiba yanındaki atla arasındaki mesafeyi tam ayarlayamamıştı. Dönüp arkasına da bakmamıştı.

Yürümeye başladılar. Oğlu yine ihmal etmişti bir şeylerini. Bu defa ayakkabılarını giymeyi unuttuğunu söyledi. Yolun yarısında döndü ve arabaya gitti. Bir müddet sonra geldi ve anahtarı babasına uzattı. Ama yüzünde bir kaygı ve yolunda gitmeyen bir iş vardı. Bir ihmali olmuştu. Her zamanki gibi oğlu dürüsttü. Çekinmeden babasına anlattı.

-Babacığım arabayı açarken kapı yan taraftaki arabanın kapısına çarptı. Hafif bir çizik oluştu. Ne yapalım? Yani atların kanadı hafifçe birbirine değdi.

Hemen karar verdiler arabanın sahibine ulaşmaya. Oldukları yerdeki kasiyerden bir not kağıdı rica ettiler. Şu notu yazıverdiler:

-İstemeyerek de olsa arabanıza zarar verdik. Özür dileriz. Helallik isteriz. Telefon numaramızı bildiririz.

Notu oğlu aldı. Demir atın incinen kanadına yapıştırdı ve geldi. Mehmet Bey'in içi içini yiyordu. Helallik almayı varsa zararı karşılamayı istiyordu. Ya demir atını diğerlerinin yanına değil de kalbine parka etmişse sahibi! Bu bayram arifesinde nasıl helallik alabilecekti.

Nihayet beklenen oldu. Mehmet beyin telefonu çaldı.

-Alo.

-Buyurun.

-Merhaba beyefendi.

-Merhabalar.

-Arabama çarpmışsınız. Kapımda kocaman bir göçük var. Lütfen buraya geliniz.

-Peki beyefendi. Geliyorum şimdi.

O anda oğluna çok kızmıştı Mehmet Bey. Doğruyu söylememiş gibi bir hisse kapılmıştı. Arabadaki hasarın büyüklüğünü saklamış zannetti. Oğlunun yalan söylemeyeceğini de bilirdi.

Yolculuğun tesiriyle miydi yoksa olayın etkisiyle mi bilemiyorum? Alışveriş merkezinden biraz sinirle çıktı. Öfkesini kontrol altına alamamıştı. Oğluyla önde giderken Mehmet Bey, Hanımı da kızlarıyla arkalarındaydı. Arabalarının yanına vardılar.

- Arabama çarpan siz misiniz?

-Evet. Araba bizim. Oğlum kapıyı açınca olmuş. İstemeyerek değmiş.

-Buyurun bakın. Şuraya iki yere arabanın kapısı çarpmış.

-Ama iki yere çarpması mümkün değil. Buyurun kapıyı açalım. Sağlamasını yapalım.

-Evet dediğimiz gibi. Sadece bir yere çarpmış kapımız. Özür dileriz. Oradaki hasar da bir tırnak ucu kadar bir iz.

-Hayır. Özürle bu iş olmaz. Siz ne biçim sürücüsünüz. Park yapmasını bilmiyorsunuz. Sizin ehliyetinizi almam lazım.

Galiba orada hata yapmıştı Mehmet bey. Park ederken çizgiye yaklaşmıştı. Ama alanının dışına çıkmamıştı.

Bu agresif hale tahammül ettiler. Sakince konuşmaya devam ettiler.

-Buyurun zararınız neyse ödeyelim. Hakkınızı helal edin gidelim.

-Hayır olmaz. Ben bu çizgi için kapıyı değişemem.

-Ama kapıyı değişecek kadar hasar yok. Sadece bir tırnak ucu kadar boya kalkmış.

-Hayır. Siz şoför değilsiniz. Nasıl park etmişsiniz.

-Ama haksızlık ediyorsunuz bana. Artık sizinle imtihan oluyorum.

-Ben de sizinle.

-Lütfen hakkınızı helal edin.

-Hayır etmem.

-Siz yapın. Faturasını gönderin. Ödeyeyim.

-Hayır. Olmaz.

-O zaman ekip çağıralım. Gelip baksınlar. Hasar neyse rapor tutsunlar. Üzerime ne düşüyorsa yapayım.

-Hayır. Sen nasıl böyle park edersin. Ben sizin ehliyetinizi alırım.

'Hasbinallahuvenimelvekil. Nasıl bir belaya çattık.'

Oğlu bir taraftan. Hanımı bir taraftan. Mehmet Bey de başka bir taraftan izah etmeye çalışıyordu. Ama helal etmeyeceğini söylüyordu ısrarla atın sahibi. Bindi arabasına. Yine helallik istedi Mehmet Bey. Bedeli neyse fazlasını ödeyeyim dedi.

-Siz önce araba park etmeyi öğrenin.

-Böyle demeyin. Helalleşmek isterim.

Hem bakınız. Bu notu buraya yapıştırmasaydım belki de siz hiç anlamayacaktınız. Çekip gidecektiniz. Nolursunuz hakkınızı helal ediniz.

-Öyle kolay değil. Öte tarafta görüşeceğiz. Bunun o tarafı da var.

Dedi arabasını çalıştırdı. Gitti. Helallik alamadan ayrıldılar.

Mehmet beyler de arabalarına binip yola koyuldular. Ama içi içini yiyordu Mehmet beyin.

'Acaba bugün nerede hata yaptık. Helallik almayı çok isterdim. Ama Efendi, Nuh dedi peygamber demedi.' Yolculuk boyunca hep bu hisle meşgul oldu Mehmet bey.

Bir müddet yol aldıktan sonra tekrar telefonu çaldı Mehmet beyin.

-Alo.

-Buyurun.

-Merhabalar kardeşim.

-Merhabalar.

-Ben biraz önceki arabanın sürücüsüyüm. Galiba size çok yüklendim. Biraz pimpiriğim de. Mesele arabam olunca etrafımı pek göremiyorum. Kusura bakmayın.

-Hakkınızı helal etmediğiniz için beni çok üzdünüz.

-Helal ettim. Ettim.

-Helal ettiniz. Ettiniz de. Ama kırılan kalbimi tamir edemezsiniz.

Diyerek telefonu kapattı Mehmet Bey. Kırılmış bir kalp ile dönüp ülkesinin insanlarına baktı ve şunlar döküldü dilinden:

Duygusuz olan bu demir atlar insanlarımızı nasıl duygusuzlaştırıyor. Halbuki mal canın yongasıdır dedikten sonra eskiler hemen eklerlerdi mala gelsin cana gelmesin diye.

İnsan, yaptıklarına tapmazsa esaretten hürriyete geçer. Aymazca ve umarsızca kırmak yerine sevgi ve şefkat ile muamele eder.