Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

08 Ocak 2014

Devletin cemaat gibi davrandığı yerde cemaatler devlet olmak ister

Son gelişmeler'paralel devlet', 'devletin içinde örgütlenme', 'devlete sızma' gibi konu başlıklarını aktüel hale getirdi.

Tartışmanın doğru bir zemine oturması ve bulunduğumuz konumdan emniyetli bir çıkışın olabilmesi için filmi biraz başa sarmamız gerekiyor.

Türkiye'de devlet-toplum ilişkisi devletin bugüne kadar kendisini konumlandırdığı yer değiştirilmeksizin sürdürülecekse, kozmetik birtakım düzenlemeler ile sadra şifa bir netice ortaya çıkmayacaktır.

İçinde bulunduğumuz noktada meseleyi 'kuvvetler ayrılığı' gibi bir Montesquieu temennisi ile anlamaya çalışmaktaki ısrar ise mevcudu anlama ve yorumlama zahmetinden konforlu bir uzaklaşmayı ima etmektedir.

*

Öncelikle belirtmemde fayda var.'Cemaat' sözcüğünün son günlerdeki popülerliğine istinaden, başlığa bakılarak, tek bir cemaati kastettiğim düşünülmesin.

Hükümet ile girdikleri çatışma sebebiyle sıklıkla cemaat olarak bahse konu edilen Gülen Hareketi, cemaatlerden sadece birisidir. Gülen Hareketini özel kılan ise stratejisini eğitim üzerinden kurgulayarak devletin üst düzey kadroları içerisinde yer almaya namzet kişiler yetiştirme uğraşı ve bu konudaki başarısıdır. Öte yandan burada, sosyolojik bir olgu olarak her türden seküler ve dinu00ee cemaati kastediyorum. Dolayısıyla kapsamı son derece geniş, sağdan sola uzanan irili ufaklı her türden seküler ve dini oluşum, grup ya da hizip, bu yazıda cemaat ile kastedilene dahildir.

Bir cemaat olarak devlet

Cumhuriyet dönemi siyasi tarihimiz; devletin kutsal bilgisi/resmi ideolojisi ile halkı, 'aydınlanacak' ve 'adam edilecek' bir yığın olarak görerek oluşturulan yönetsel, idari mekanizmaya karşı, 'vatandaş'tan arta kalan geniş yığınlar olarak 'halk'ın bu kurguya karşı geliştirdiği ihlallerle şekillendi. Devletin kutsal bilgisi/resmi ideolojisi ile takdis edilen laik kesim ise diğer kesimlere karşı haksız rekabet olarak adlandırılabilecek bir pozisyonda konuşlandırıldı. Böylece devlet, tam bir cemaat refleksi gösteren laik kesimin temsilinden ibaret olan bir hüviyete büründü. Söylemeden geçemeyeceğim,Türkiye'de laik kesim hala kendisinin bir cemaat olduğunun farkında değil, bu siyaseti onlar için okunaksız kılarken onları aynı zamanda diğer tüm cemaatlerin de gerisine düşürüyor.

Devlet, tek bir cemaat ile kendisini özdeşleştirirken, diğer cemaatlerin varlığı ise sakıncalı, görünürlükleri ise tehdit kapsamında değerlendirildi. Yasal çerçevenin dışına çıkarılınca ve gayri meşru bir pozisyona itilince cemaatlerin zamanla yok olacağı düşünülmüştü. Ancak bu durum, cemaatlerin sadece mesku00fbn mahal tercihlerini değiştirmelerine neden oldu. Yer üstünden, yer altına indiler. Nihayetinde varlıklarını bir şekilde sürdürdüler.

Devletin, kamusal alanın tanziminde, bir cemaat gibi hareket ederek kıskanç bir biçimde bu alanı yalnızca makbul gördüklerine açık tutması, cemaatlerde, devlet kurumlarına dahil olmadan varoluşsal tehditten kurtulamayacakları ve asla varlık/yokluk sarkacındaki gerilimden çıkamayacakları algısını güçlendirdi.

Bir rant dağıtıcı olarak devlet

Batı'da iktisadi şartların bir sonucu olarak ortaya çıkan modern devlet, mali gücü elinde bulunduranların sınırlamalarına maruz kalmış, bu ise devletin kapladığı sahanın daraltılarak siyasal alanın şekillenmesini sağlamıştı. Bizde ise yegane örgütlü yapı ve bir güç kaynağı olarak devlet, bizzat iktisadi şartları oluşturan fail olmuştur. İsmet Özel'in de dediği gibi,"Batı Avrupa'da devlet iktisadi şartların çocuğu olduğu halde, Türkiye'de devlet iktisadi şartların ebesidir."

Devletin iktisadi şartlara ebelik etme misyonu değişmeksizin sürüyor. Hatta Türkiye'de kişiler ve müesseseler için iktisadi büyümenin, palazlanmanın yegane şartı; devlet ve iktisat arasındaki ilişkiye uygun biçimde hizalanmak. Bu hizalanmada uygun yeri kapanlar, uygun köşeye kurulanlar avantajlı bir noktaya gelebiliyorlar.

Bugüne kadar devletin bu failliği demokratik bir sivil alanın tesisini geciktirirken, bunun için öne çıkacak aktörlerin silikleşmesi sonucunu doğurdu. Bundan en büyük yarayı yine Türkiye toplumu aldı. Zira her aktör dağıtım ve bölüşüm şebekesinin içine nüfuz edebilme kapasitesine göre mevcudiyetini mümkün gördü. Toplum kesimlerini Faustçu bir sendroma sokan bu hal, Türkiye'de yapısal bir sorundur ve kişiler üstüdür. Sorgulamamız gereken öncelikli nokta burasıdır.

Bir 'arzu nesnesi' olarak devlet

Devletin; kapanın elinde kalan, ele geçirilmesi, sahip olunması, nimet ve ikbalinden, iktidar ve imkanlarından ele geçirenin mizacına, meşrebine göre yararlanılacak olan bir 'arzu nesnesi' olmaktan acilen çıkarılması gerekmektedir. Bu ise büyük bir yapısal dönüşümü göze almayı gerektirirken aynı zamanda esaslı bir zihniyet dönüşümünü de zorunlu kılmaktadır.

Günlerdir yargıyı tartışıyoruz. Yargı kurumu üzerindeki tartışma, ortaya çıkan güvensizlik başka herhangi bir kurum için de pekala söz konusu edilebilir, zaman zaman ediliyor da.

Nihayetinde mevcut yapı ve düzeneğinin bizleri demirlediği yer; açıklık ve şeffaflık değil puslu bir vesayettir.

Bizim şer olarak gördüğümüz nice şeyin bağrında göremediğimiz nice hayır gizlidir. Belki de tüm bu yaşadıklarımız hepimizi biraz daha olgunlaştıracak ve bu ülkede her kesim ve herkes için ortak evin restorasyonuna vesile olacaktır.

[email protected]

Twitter:@_khora