Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

25 Nisan 2024

Devrim yahut depresyon

Dünya çileler diyarı. Kimse bize bu dünyada gül bahçesi vadetmedi. Hayattaki varlığımızın ana gayesi imtihan olduğu için bu dünyanın sefası yerine cefasına talibiz. Cefanın olduğu yerde acının olması kaçınılmazdır. Aslında acı duyabiliyorsak hala yaşıyoruz demektir. Acı duymaktan şikâyet etmek yerine acının insanı olgunlaştıran ana değerlerden biri olduğunu sürekli hatırda tutmak gerekir. Hayatın doğallığında acının varlığı hayatın ta kendisidir.

Acıyı fiziki bir olgu olarak görmek yerine ruhun hissettiği bir değer olarak kabul etmeliyiz. İnsanın ruhu acı duyduğu zaman aslında bir şeylerin ters gittiğinin sinyallerini vermeye başlıyor demektir. Ruhun duyduğu acıya kulak verebilenler kalıcı çözüm için ilk adımı atmış olur. Ancak biz ruhun duyduğu acıyı işitmek yerine soluğu doktorlarda almayı tercih ediyoruz. Bedensel rahatsızlıklarımızın yanında ruhsal rahatsızlıklarımızın da tedavisini tıpta arıyoruz. Ağrı kesici veya antibiyotiklerle durumu geçiştiriyor ve ne de güzel iyileştiğimizi düşünüyoruz. Durum bu kadar basit değil. Bugün duymazdan geldiğimiz her halde ilaçla tedavi etmeye çalıştığımız acılar çözülmüş değil ötelenmiş rahatsızlıklara kapı aralar.

Maalesef acıyı hissetmek ve anlamak yerine geçiştirmeye çalışıyoruz. Acıyı duymak hala canlı olduğunun göstergesi iken onu ötelemeye çalışmak yaşamı yok saymak demek olmuyor mu? Kendi acımıza dahi kulak tıkamışken başkalarının acılarına dikkat kesilmemiz imkânsız bir hal alıyor. Tolstoy’un “Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkasının acısını duyabiliyorsan insansın.” sözü bu durumu çok iyi açıklıyor.

Aynı acıyı hissetmediğimizden beri sadece kendimizi kurtarmaya odaklandık. Kendini kurtardığını düşünen insan ise geçici çözümlerin sarmalında her gün yeni bir sorunla boğuştuğunu fark edemiyor. Byung-Chul Han’ın “Mutluluk ve eziyet kişiye özel bir hale geldiği için devrimin yerini depresyon aldı.” der. Benmerkezci bireyin sözüm ona özgürlüğünün önemsendiğinin iddiası bireyciliği ön plana çıkarırken toplumsallığın üzerine kara bir bulut misali serildi. Herkesin aynı rahatsızlığı yaşadığı toplumda kimse başkasının acısını görmedi. Kendi acısını merkeze alan insan ise ağrı kesicilerle gününü kurtarmak için yarınlarını ipotek ettirdi. Bugün toplumsal bir acıyı duymak yerine herkes kendine batan iğnenin hesabını tutuyor.

Bireysel konfor alanları o kadar daraltıldı ki önce aileye sonra kişinin kendi hayatına indirgendi. Yarını düşünmek bile istemiyorum. Bundan yaklaşık yirmi yıl önce çekilen bilimkurgu ve aksiyon filmlerinde ana tema tüm dünya yanıp kavurularak yok olmanın eşiğine geldiğinde dünyayı kurtarabilecek potansiyeli olan kişilerin ailesini öncelemesi üzerine kuruluydu. Daha önceleri milletlerin önemsendiği kurgular yerini aileye bırakırken şimdi ise sadece birey merkezli kurguların öne çıkarılması tesadüf değildir. “Ben” fikrinden başlayarak “biz” yaklaşımına vardıktan sonra şimdi de “biz” yaklaşımını yok sayarak “ben” fikrine indirgenen düşünce yapısı aslında ortak bilinç binasının kolonlarına bağlanan dinamitten başka bir şey değildir.

Bugün “ben” fikrine indirgenen düşüncenin temeli bundan yaklaşık üç yüzyıl önce atıldı. Adına Rönesans, Reform ve Sanayi İnkılabı denilen gelişmeler milliyetçilik ve kendi ekonomik özgürlüğü adı altında imparatorlukları parçalamaya başladıklarında o filmin sondan bir önceki sahnesinin bugünler olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Lakin filmin en son sahnesi ise bugünümüzden daha beter olacak gibi görünüyor. Anlık ve günlük telaşlar içerisinde debelenip dururken görmemiz gereken hakikate gözlerimizi kapattığımız müddetçe bize gösterileni alkışlamaya devam edeceğiz. Günlük belli dozda alınan ağrı kesici ve antibiyotikleri kullanmaya devam ettiğimiz müddetçe devayı da hiçbir zaman bulamayacağız.

İlaçlar ve teknolojinin bilumum araçları ile kendi acısını bastırdığını düşünen insan aynı acıyı başkalarının duyabileceğine kayıtsız hale geldi. Kendi dışındaki acıya kör ve sağır kesilen insanlığın bir zaman sonra kendi acısına karşı da hissizleşmesi kaçınılmazdır. Chul Han’ın devrim-depresyon tespitinde belirttiği üzere bugün toplumun acısına kayıtsız kalan insan kendi depresyonları için soluğu psikologlarda alıyor. Bugün Gazze’de, Doğu Türkistan’da, Ukrayna’da ve dünyanın birçok yerinde yaşanan savaşlar nedeniyle dökülen kanlardan acı duymamaya başladıysak ölen insanlık ile birlikte biz de ölüyoruz demektir. Başkasının acısını duyamayan insanların bir devrimin inşasında terinin olması imkânsızdır.

Hepimiz bir devrim istiyoruz. Ancak hiçbirimiz kendimizi hapsettiğimiz konfor alanının bizi içine soktuğu depresyondan çıkamıyoruz. Hülasa, hepimiz bir kurtarıcı bekliyoruz ancak kimse kurtulmak istemiyor.