Dolar (USD)
32.26
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2402.47
BIST 100
10268.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Dijitale Karşı Epistem

Dünyaya olduğu kadar kelimelerin de içine doğuyoruz. Oksijene olduğu kadar cümleye de ihtiyaç duyuyoruz. Dünyanın etrafını atmosfer, zihnin etrafını kelimeler çeviriyor. Belki de hayvanlar ile aramızdaki en belirgin çizgiyi kelimeler çiziyor. Kelime hazinesiyle hafıza kuvveti, hafıza kuvvetiyle zihin açıklığı, zihin açıklığıyla irade arasında doğrudan bir bağ var. İyi ya da kötü, doğru ya da yanlış, güzel ya da çirkin, ateş ya da su, toprak ya da hava olarak her yerimizde kelimeler dolaşıyor. Kelimelerle doğuyor, kelimelerle yaşıyor, kelimeler eşliğinde veda ediyoruz hayata. Ve onların da bir kimliği var; masumu ya da suçlusu…

Kelimeler ruh hali değil, varoluş taşıyor. Sağaltıyor veya hasta ediyorlar, yeşertiyor veya öldürüyorlar. Kelimeler yoldan çıkmadan insan yoldan çıkar mı? Kelimeler yoluna koyulmadan insan yola girer mi?.. Oluş da bozuluş da kelimelere ait, ilk adımı onlar atıyor ve bıraktığı izden yürüyor insan. Rahman ve rahimdir kelimeler, bağışlayan ve esirgeyen ama bazen de yoldan çıkaran, yolu güçleştiren, uzaklaştırandır insanı insandan, insanı hayattan, insanı menzilden…

Her insan biraz da kelimeleridir, her çağ biraz da kelimeleriyle vardır. Kelimelerle başlar insanın ve medeniyetin diriliş yolculuğu, kelimelerle eskir, solar, zamanın dışına çıkar kültürler, kavrayışlar, anlayışlar… Kelimeleri zehirleyen, kelimelerin zehirlendiği bir çağdan geçiyoruz. Kelimelerin katledildiği, kelimeleri katleden bir süreci yaşıyoruz. Hayatımızdan çekilen her kelime kendi duygusunu, kendi kavrayışını, kendi ritüelini, kendi yaşam tarzını da alıp götürüyor. İnançlar ve medeniyetler arasındaki didişme biraz da kelimeler üzerinden yürüyor. Kelimeleri dolaşıma giren medeniyetler kelimeleri geri çekilenleri yeniyor. Batı dünyasının omurgasından fışkıran dijital dünya kelimelerin canına okuyor. Kelime egemen dünyanın yerini görüntü egemen dünya aldıkça her kelimenin vurgu yaptığı yaşam pratiği de yerini hızlıca matlığa, donukluğa, cama bırakıyor. Duyguların beslediği her canın yerini duygulara kısa devre yaptıran camlar alıyor. Böylece küçülüyor yürek, böylece daralıyor anlayış, böylece berraklığını yitiriyor hayat…

Bütün mesele, berrak bir kavrayışa sahip olup olmayışımızda… Dünyayı, eşyayı ve insanı ancak berrak bir kavrayışla algıladığımızda hayat bizim için çekilebilir hale geliyor. Kelimeler ise doğrudan kavrayışın parlak aynalarından başka bir şey değil. Başlangıçtan beri insandan insana da toplumdan topluma da oluş ve bozuluş çizgisi berrak bir algılayış mevcudiyeti yahut yokluğu ile ilgilidir. Berrak kavrayışını yitiren insanlar önce çağının eseri oluyor, sonra da onun esiri… Berrak kavrayışını yitiren toplumlar başka toplumların etki alanına giriyor ve değer üretmek yerine değer tüketme öznesine dönüşüyor. Değer üretemeyenler üretilmiş değerlerin tüketicisi, dolayısıyla nesnesine dönüşüyor ister istemez. Duyguları da anlayışları da onları atmosfere yayan kelimeleri de kuruyup gidiyor zamanla.

Hangi kelimeleri kullanıyorsanız o ruh halini taşıyorsunuz, hangi ruh halindeyseniz o varoluşa tabisiniz. Yüzü, cildi, kalbi ya berraklaştırır ya da bulanıklaştırır kelimeler. Kelimelere zehir bulaşınca gramer ne yapabilir? Kelimeler bilginin taşıyıcısı olduğu, bilgi ise insana dünyayı olduğundan daha berrak gösterdiği için kelimelerin kuvveti bilginin sağlamlığına, bilginin sağlamlığı istikametin düzgünlüğüne ulaştırıyor insanı ve yazık ki sahip olduğumuz medeniyete ait kelimeler de onların içine nüfuz etmiş bilgiler de ekranlar yoluyla gün geçtikçe irtifa kaybediyor, bizi hayata tutunduran ne varsa buharlaşıp gidiyor. Kelimelerle fikirler arasındaki ilişki ruh ile beden arasındaki ilişki gibidir çünkü. Ruh bedeni, beden de ruhu etkiler. Ruhu acıyan beden büzüşür, bedeni yaralanan ruh solar. Kelime kaybının organ kaybından farkı yoktur. Kelime parlaklığı, ruh esenliğinin garantisidir. Bedeni korumak gibidir kelimelerini korumak ve ruhu korumak gibidir bilgisini korumak…

Mücadelenin biraz da kavramlar üzerinden gerçekleştiği ortadadır. Kavramlarını yitirenler benliklerini de kaybediyor. Benlik yitimi bilgi kaybıyla ilgilidir. Bütün mesele, bilme berraklığıdır. Bilme bulanıklığı ruh kaosuna yol açıyor, ruhu kuruyan birey ve toplumlar bilmeyi unutuyor. Bilmeyi unutmak, yaşamayı unutmaktan farksızdır. Dijital dünya unutkanlık üzerine kurgulanmıştır. Geçmiş ile geleceği silikleştirerek şimdiyi köpürtmektedir. Ekran karşısındaki bilinç kitap karşısındaki bilinçten farklı olarak ha bire sersemleşmekte, geçmişe dair çağrışımlarını yitirmeden ekranı terk edememektedir. Dijital dünya ve ona bağlı bütün göstergeler sistemi, bütünüyle Batı’nın ürünüdür ve onu temsil eder, onun sözcülüğünü yapar. Araçlar, zihniyet taşırlar. Zihniyetler oluşu dönüştürürler. Dijitalitenin sadece kendisi dışındaki toplumlarda değil kendisi de dahil olmak üzere bütün dünyada insan üzerinde yaptığı en büyük etki, kuşkusuz önce kelime unutkanlığı, sonra bilgi sersemliği, ardından zihin karmaşıklığıdır. Böylece ekranla karşı karşıya gelen her insan farkında olmadan öncesini ve sonrasını yitiren, şimdisini ekranın öteki tarafına emanet etmiş otomata dönüşmektedir.

Bugün, İslam dünyasının da içinde bulunduğu Batı dışı iktidarların en büyük sorunu siyasal karşıtlarıyla mücadele edişleri değildir. Bundan çok daha önemlisi dijital muhalefetle ilgili olanıdır. Dijital mücadele siyasal muhalefetle mücadeleden çok daha çetin, çok daha önemli olmasına rağmen doğasından dolayı kendini kamufle ederek ilerlemektedir. Önce etkisi altına almak sonra da kölesine dönüştürmek istediği bütün toplumları, onların şahsında kültür ve medeniyetleri; onları taşıyan zihinlerden kazıyarak yok etmekte, sonra da içi boşaltılmış özneleri kolaylıkla yere serebilmektedir. İçi boşaltıldıktan, kültür ve medeniyet ögeleri elinden alındıktan sonra iktidar olsan ne olur olmasan ne olur? Mücadele ettiklerine benzedikten, onların kelimeleriyle konuşmaya başladıktan, onların gramerine göre hareket ettikten, ruhun onların ruhuna, bedenin onların bedenine benzedikten sonra galip olsan ne olur olmasan ne olur? Gramerini kaybeden bilgisini, bilgisini kaybeden kendisini kaybeder. Kendini kaybetmiş bireylerden oluşan bir toplumda zafer ne anlama gelebilir ki?

Batı dünyası kendi dışındaki toplum ve medeniyetleri önce ansiklopedileri üzerinden kelime değişimiyle sonra da grameri üzerinden kendi gibi düşünmeyle dönüştürdü. Tahayyül ettiği dünyayı kelimeler üzerinden gerçekleştirdi. Günümüzde dünyayı Batılılaştırmanın, insanı ve onun ürettiği değerleri yok etmenin en kısa yolu arama motorlarından geçmektedir ve yazık ki anlamını öğrenmek için bakılan bütün arama motorları Batı dünyasının içeriğini doldurduğu google, yandex gibi bilgi zehirleyicileridir. Pek çok alanda olduğu gibi bu mecrada da ülkemizin geleceğe yönelik her hangi bir projeksiyonu yok ne yazık ki. Güncel siyaset hayatın bütün akışını belirlediği, değiştirdiği için asıl olması gereken gelecek vizyonu akla bile gelmiyor. Türk Dil Kurumu öncülüğünde ve devletin farklı katmanlarının katılımıyla vakit geçirilmeden google benzeri bir epistem arama motoru oluşturulmalıdır. Adı “bilgibul” yahut “bilgigör” benzeri tasarlanabilir ancak içeriğinin mutlak anlamda ekran merkezli değil zihin merkezli bir anlayışla doldurulması icap eder.

Enerjisinin neredeyse tamamını yerel muhalefete adayan bir siyasetin, içeride başarılı olsa bile, uzun vadede dışarıdan gelen dip dalgalarla baş etmesi ve geleceğin dünyasında hak ettiği yeri alması nasıl mümkün olacak ki? Atom bombası atıldığında sadece sokaktakiler değil evlerinin içinde, duvarın gerisine sığınanlar da öldü. Bazen eve sığınmak, odasına çekilmek, duvarın gerisine çekilmek de tehlikeden korumuyor. Mesele, eve sığınmayı düşünmekten önce bombayı atan zihniyetin içine dalıp o zihnin parmaklara dur emrini verecek bir iç dünya dönüşümünü yaratmak, gerisi uçar gider...