Dolar (USD)
32.83
Euro (EUR)
35.20
Gram Altın
2444.04
BIST 100
10471.32
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Din yabancılaştırır mı?

Yabancılaşma, içinde yaşadığımız çağda daha da görünür bir fenomen olmuştur sanki. Çok farklı şekillerde tanımlanan bu kavramı Marx, emeğin metalaşması sonucu proleteryanın kendisine ve ürünlerine yabancılaşması bağlamında emek çerçevesinde ele almaktadır. Hegel ise, kültür ve doğa ayrımından yola çıkarak, insanın ürettiği kültürün yabancılaştırıcı etkilerine değinmektedir.

Ben yabancılaşmayı, insan ile kendisi (doğası=fıtratı) arasına giren her şey olarak tanımlamaktayım. Bu anlamda yabancılaşmayı belirleyen temel unsurlardan birisi, insanın doğasıyla yani fıtratı ile barışık kalmasıdır. Bugün insanın hem kendi fıtratından, hem de kendisini kuşatan tabiattan uzak kalması yabancılaşmayı derinleştirmektedir bir kere. Ayağımızı toprağa basamamaktan tutun da, GDO'lu ürünlere kadar, tabiatla mesafe meselesini epey geniş bir çerçevede ele alabiliriz.

Yabancılaşma tanımımızdaki ikinci önemli nokta; insanın ürettiği kültürün, bir müddet sonra, insanla doğası arasına girmeye başlamasıdır. Bu konuda bir farkındalık gelişmediği sürece kültür, önemli oranda belirleyici olduğundan özellikle günümüz dünyasında bu yabancılaşma hissini giderek artırmaktadır.

Buna dair bazı örnekler verebiliriz; söz gelimi; evimize aldığımız ve kullandığımız eşya ve aparatlar oldukça çeşitlenmiştir. Bu eşyaların hepsi bir kültür ürünüdürler. Eşyalar, gerçekte insan hayatını kolaylaştırmak ve daha yaşanabilir bir hayat için vardırlar. Ancak bir müddet sonra, onların prestijleri ve kullanım değerleri, işlevlerinin önüne geçerek birer amaç olmaya başlarlar. Böylece insan, hayatının tüm hedefini bunlara sahip olmak gibi hiçte asli olmayan bir noktaya yönlendirir. Açıkçası tüketim toplumu ve kültürünün yaygınlaştığı bugünkü koşullarda , "tekasür" içindeki kaybolmuşluk, hayatın yalınlığı ve sadeliğini giderdiği gibi insanı asli hedeflerine de yabancılaştırmaktadır.

Gelelim esas sorumuza; din insanı yabancılaştırır mı? Marx'a bakacak olursak, din realitenin üzerine örten bir yanıltıcılığı ifade ettiğinden yabancılaşmaya yardımcı olan bir unsurdur. Dinin asıl fonksiyonu, insan, dünya ve evrenin gerçekliğini belirterek insanın bu dünyada bulunuşunun temel amaçlarını ona hatırlatmasıdır. Bu çerçevede din, insanın bir sınavdan geçmek üzere dünyaya geldiğini ve dünyanın geçici bir ikamet yeri olduğu gerçeğini insanlara hatırlatmaktadır. Dolayısıyla dinin öz ve temel işlevi itibarıyla yabancılaştırıcı bir unsur olmadığını söyleyebiliriz.

Fakat dinin toplumda çok farklı bir anlaşılma biçimi olduğundan, dolayısıyla farklı din anlayışları bulunduğu gerçeğinden hareket edersek, farklı din anlayışlarının yabancılaştırıcı etkilerinden bahsetmemiz mümkündür. Bu durumu ben, "Dindarane Yabancılaşma" isimli bir makalemde uzun uzun anlatmıştım.

Şimdi öncelikle, insanı asli amacından uzaklaştıran, dünyevileşmiş tüm dini anlayışların yabancılaştırıcı etkilerinden bahsedebiliriz. İkincisi, eşyaya sahip olmak, artık insanın temel amacı haline gelmişse yine benzer bir durum söz konusudur. Din, insanın kendisini gerçekleştirmesinin bir aracı değil de, şekli mekanizmalar biçimine dönüşmüşse aynı sorunları yine gözlemleyebilirsiniz. Mesela; umre ve Hac ibadetlerinin birer seyahate dönüşmesi bir örnektir. Umre ve hac ibadeti kimilerinde, belli bir zamanın sonunda "defter temizleme "ameliyesinin konusu olmaktadır. Yani ibadet sebep-sonuç ilişkileri içinde yüzeysel bir mekanizmaya dönüştürülmüştür.

İnsan için her dönemde olması gereken tabiat ve fıtratla kopmadan sade ve yalın bir yaşam biçimdir. Tabiat ve sadelikten koptukça, insan kendisi olmaktan da çıkmaktadır. Yani kendisi ile arasında mesafe girmektedir.

Kaldıramayacağınız bir hayatı tekeffül etmeyin. Peygamberlerin de ana mesajı esasen budur.