Dolar (USD)
32.44
Euro (EUR)
34.75
Gram Altın
2443.29
BIST 100
9931.16
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Din(darlık) dünyanın altında mı kaldı? II

Din ve dünya arasındaki ilişkilerin sağlıklı bir biçimde kurulması, hem dine hem de dünyaya karşı geliştirilecek dengeli tavırlarla mümkün olacaktır. Her ikisine doğru yapılan “aşırı eğilim”lerin tarih boyunca sergilediği negatif örnekleri verme konusunda çok fazla zorlanılmayacaktır. Bu açıdan üzerinde durulması gereken ilk problem din ve dünya arasındaki ilişkilerdeki dengesizliktir.

İnsan için dünya, içinde yaşadığı ve farklı irtibatlarla tecrübe ettiği bir alandır. Dinlerin insan için yazdığı hikayede dünyanın, “geçici bir yararlanma mekanı” olduğu belirtilir ve ahiret hayatı farklı boyutlarıyla betimlenir. Asıl yurdun ahiret olduğu yeri geldikçe vurgulanır. Fakat insan için dünya, tanıdığı ve deneyimlediği yegane mekandır. Dolayısıyla bir yanda insanın gözlerinin önünde tüm büyüleyiciliğiyle dünya; diğer yandan ölüm ve ahiret.

İnsan kendi hayatında bu gerilimi farklı boyutlarda tecrübe etmekte; buradan yola çıkarak dünyaya dair tavırlar geliştirmektedir. Bu tavır alışlardan ilki dünyaya sırtını dönmek şeklinde gerçekleşirken ikincisi, dünyevileşme olarak kendisini göstermektedir. Her ikisi de gerçekte dünya ile ilişki biçimlerinde bir probleme tekabül etmektedir.

İnsanlığın erken dönemlerinden itibaren zahidane davranışlar geliştirmek adına dünyayı tamamen iptal eden dindarlık biçimleri geliştirilmiştir. Nitekim Hz. Peygamber (SAV) zamanında üç kişi kendi aralarında konuşurken birisi “ben hiç uyumayacağım; geceleyin ibadet edeceğim.” Diğeri “ben sürekli oruç tutacağım; hiç iftar etmeyeceğim”, üçüncüsü de, “ben hiç evlenmeyeceğim” diyorlar. Bu sözleri Hz. peygamber duyunca, “ben hem uyur hem de ibadet ederim. Hem oruç tutar hem de iftar ederim. Aynı zamanda evlenirim.” Burada peygamberi söylem din ile dünya arasındaki dengeli davranışlara göndermede bulunmaktadır.

Bugün dindar denilen kesim yakın zamana gelinceye kadar ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel anlamda periferide bulunmaktaydı. Bu tür mahrumiyetler ve sosyal konjonktürden kaynaklanan zahidane görünümlü bir hayat ve ilişki biçimleri gelişmiştir. Yine mahrumiyetin getirdiği koşullarda geliştirilen dindarlık biçimi, tüm dindarlıkların kendisiyle değerlendirilebileceği bir genel kriter haline gelmiştir. Burada gelişen dindarlık biçiminin, sosyolojik ve kültürel arındırmaya tabi tutulmadan genelleştirilmesi, bugün hem sınıfsal hem de değişen dünya koşulları dikkate alınmadığı için bir maluliyet de taşımaktadır.

Söz gelimi; geçmişte ekonomik anlamda periferide bulunuşun koşulları içerisinden geliştirilen dindarlık biçimi, ekonomik şartların iyileşmesi karşısında “para”nın zorladığı hayat şartlarını kendi değer ve ilkeleri çerçevesinde karşılayacak bir dindarlık geliştirebildi mi? Bu soruya kolaylıkla “evet” şeklinde cevap veremiyoruz. Zira bir kısım dindarlık söylemleri, parasal genişlemeyi dindarlık kavramının hep dışında tutmakta; bunun bir sonucu olarak bir yandan eski dindarlık biçiminin içinden ahlaki formlar geliştirmekte, diğer yandan paranın hayata getirdiği değişimleri ahlak ile dolayımlayacak bir dindarlık üretememektedirler. Dolayısıyla ekonomik anlamda refah düzeyinin artması, dindarlık tanımlarının içinde hazmedilerek yerleşik hale gelememektedir.

Burada dindarlık kavramının içeriğinin boşalması ya da anlam daralmasına uğramasının iki boyutuyla karşı karşıya bulunmaktayız. Birincisi, dindarlık insana değen gündelik hayatın diğer alanlarını dikkate alarak “salt ibadet” sınırlarında tanımlanarak anlam daralmasına uğramaktadır. Salt ibadete odaklanmak “dindar”lığın kendisini yormadan vücudunu ispat edebildiği bir alan olarak ortaya çıkmaktadır. İkincisi, dindarlık bu şekilde anlam daralmasına uğradıkça, giderek insana değen boyutları azalmakta, hayattan uzaklaşmakta; içeriğindeki boşalmalar faş olduğu oranda gelen eleştirilerle hırpalanmaktadır.

İnşaallah gelecek yazıda konuya devam edelim.