Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

22 Haziran 2022

Distopik dünyaya hazır olun

İçinde bulunduğumuz şartları eleştirmek üzere eskiden en azından üyopyaya müracaat ederdik. Ütopyalar yaşanılan hayattan en azından düşünce dünyasında zihnen bir kaçışı işaretlediği gibi daha iyi bir dünyanın nasıl inşa edileceğine dair zihni bir idman da yaptırırdı. Bu “olmayan yer”i (ütopya) adım adım dünyada oldurmanın imkanlarını araştırırdık. Ütopya okumak en azından insana bir ümit verebilmek için yeterli bir anlatım tarzıydı.

Thomas More’un “Ütopya”sından, Campanella’nın “Güneş Devleti”ne, Atlantis’e kadar bir dizi eser Batı’daki ütopyalardan bazılarıdır. Yine İslam dünyasında Farabi’nin “El-Medinetü’l Fazıla”sı bu bağlamda sayılabilir. Ütopyaları sosyolojik açıdan incelenmeye değer kılan şey, aynı zamanda bu ütopyaların hangi tür sosyal sorunlara referansta bulunduğudur. Bir yönüyle bakıldığında ütopyalar “olması gereken”e işaret eden felsefi içerikli metinler olarak görülmekle birlikte, orada odaklanılması gereken nokta ise olan bitenlerin niteliğidir.

Fakat bilhassa 2000’lerden sonra distopik metinler daha çok okunmaya başlandığı gibi, dünyanın geleceğine dair sohbetlerin de konusu olmuştur. Esasen distopyaların kimi zaman romanlardan uyarlanmakla birlikte filmlerle insanların ve bu küresel dünyada toplumların aynı anda gündemine girdiğini gözlemleyebiliriz. İlk başlarda biraz fantezi tadında izlenen bu filmler, diziler, belgeseller, reklamlarla desteklenince birden gündelik hayatın buna doğru dönüştüğünü de görmeye başladık. Şimdi kaygı ile izlediğim distopik bir dünyanın varlığını sezinlemek bana ayrıca hüzün vermektedir.

Türkiye’nin belki distopik okumalara George Orwell’ın “1984”ü ile başladığını söylemek yanlış olmayacaktır. İlk başlarda biraz kurgu gelen bu yaklaşım, gelinen noktada gerçekleşmiş olduğundan şu anda Orwell’ın bu kitabı toplumsal karşılıkları olan olgular ve fenomenler şeklinde görülmektedir.

Yine geçen yüzyılın ortalarında Aldoux Huxley tarafından yazılmış olan “Cesur Yeni Dünya” ise geleceğe doğru gerçekleşmek üzere yol almış işaretler vermektedir. Bu romanda en başta insanın güdülen bir varlık olarak iradesi son bulurken, ince detaylarına kadar hesaplanmış bir insan ve sistem kontrolü gözlemlenmektedir. Bu nitelik en başta geleceğe doğru insan iradesini sorunsallaştıran bir kaygı üretmektedir. Yine klasik ideolojilerin sona erdirilmesiyle özgürleştirilmiş görülen insanlar, dünya sisteminin tek bir bakış açısıyla konumlandırılmaktadır. Doğrusu romanı okuyunca ve dünyanın gidişatıyla bu okumayı birleştirince, iyi ki Tanrı’nın merhameti var diye içinizden geçirebilirsiniz.

Bu bağlamda Jose Saramago’nun “Körlük” ve “Görmek” isimli iki romanı da zikredilebilir. Esasen birinci roman distopik nitelikler taşımakla birlikte, ikincisinin ütopik boyutu daha baskın görünmektedir. Bir varsayımdan hareket eden Saramago, insanın en felaket durumlarda bile nasıl faşizan ve tahakküm edici niteliklerle ortaya çıktığını bize göstermektedir. Yine Ray Brudbury’nin “Fahrenheit 451” romanı da insan öznelliğinin nasıl felaketler yaratacağını daha postmodern bir zeminde anlatmaktadır.

Bugün gelinen noktada klasik dünya anlayışı geride kalmıştır. Geleceğinizi görebilmek için dünya sistemi ve gelişmelerinden gözlerinizi asla çeviremezsiniz. Özellikle pandemi ile birlikte dünya ölçeğindeki “kriz”in bugün Rusya-Ukrayna arasındaki savaşla devam ettirildiği; ancak ne için sürdüğü belli ol(may)an bu savaş üzerinden dünyanın global ölçekte yeniden düzenlendiği aşikardır.

Dünya sistemi ilmek ilmek doku(n)malarla böyle bir distopik dünyayı hazırlıyor görünmektedir. Ancak insanlar böyle bir distopyayı görebilmiş gibi görünmüyorlar.