Dolar (USD)
32.46
Euro (EUR)
34.84
Gram Altın
2450.98
BIST 100
9888.1
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Zin Nureyn Osman (8)

Hz. Osman'ın (ra) Habeşistan’a hicreti esnasında Hz. Rukayye ‘den doğan Abdullah adındaki oğlu, Medine'ye hicretin dördüncü yılında bir horozun yüzünü gözünü tırmalaması sonucunda hastalanarak vefat etti. Abdullah, vefat ettiğinde altı yaşında idi. (İbn Sa'd, a.g.e., III, 53, 54).

Hicretin altıncı yılında Müslümanlar, Umre yapmak için Mekke'ye hareket ettiklerinde, Hz. Osman da onların arasındaydı. Ancak, putperest Mekke yönetimi, Müslümanları Mekke'ye sokmama kararı almıştı. Bunun üzerine Hudeybiye'de karargâh kuran Resulullah (sav), müşriklerle diyalog kurarak, maksatlarının yalnızca umre yapmak olduğunu onlara bildirmek istiyordu.

Dersler ibretler:

· İmtihan içinde imtihan.

Mekke’de zulüm ve işkenceler. Habeşistan’da sıla hasretiyle iki hicret ve derken Medine’ye hicret. Şimdi yaşanmış nice imtihanlara bir de evlat acısı ekleniyor. Ancak her sahabe gibi Osman (ra) da bu dünyanın dar-ı imtihan olduğunu en iyi bilenlerdendi. Dolayısıyla onlar imtihanlara karşı sabretmeyi en iyi bilenlerdi. Onlar, sabrın kitabını hayatlarıyla yazanlardı. Zira onların önünde sabır örneği, Muhammed Mustafa (sav) vardı. Nitekim Resulullah'ın (sav) ashabının başarılarının sırrı, iman imtihanını zirve derecede geçmiş olmalarındandır.

· Vatan hasreti, sönmeyen bir kordur, eninde sonunda alevlenir.

Mekke, hemen her sahabenin burnunda tütüyordu. Acaba bir gün oraya yeniden dönebilecekler miydi? Kaldı ki, Mekke; sadece sahabeler değil, her bir mümin için de sıladan öte bir şeydir. Zira orada; adeta dünyanın kalbi ve Nazargâh-ı ilahi olan Beytullah vardır. Beytullah hasreti, vatan hasretiyle birleşince çok daha ağır olur. Hatırlayalım, Resulullah (sav) hicret için Mekke'den çıkarken, Kâbe’nin yanına gelmiş ve ona bakarak şöyle demişti: "Allah'ın yarattığı şeyler içinde en çok sevdiğim yer sensin. Eğer buranın halkı beni (zor­la) çıkarmasaydı, ben kendiliğimden çıkmazdım." (Heysemi, Mecmau‘z-Zevâid, 3/283)

· Savaş tehlikesi dahi, ibadetin terkine mazeret değildir. Umre, Namaz, ya da başka bir ibadet…

Çok basit gerekçelerle, namazı, orucu, haccı, zekâtı terk eden gafiller, bu konudaki nasları tefekkürle okuyup hemen tevbe etmeli ve Allah'a (cc) kulluğun gereğini yapmalıdırlar. "(Ey Muhammed!) Cephede sen de onların (mü’minlerin) arasında bulunup da onlara namaz kıldırdığın vakit, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silâhlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (bir rekât kıldıklarında) arkanıza (düşman karşısına) geçsinler. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silâhlarını yanlarına alsınlar. İnkâr edenler arzu ederler ki, silâhlarınızdan ve eşyanızdan bir gafil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Yağmurdan zahmet çekerseniz, ya da hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda size bir beis yoktur. Bununla birlikte ihtiyatlı olun (tedbirinizi alın). Şüphesiz Allah, inkârcılara alçaltıcı bir azap hazırlamıştır." (Nisâ 4/102) aynı manada hadisi şerifler de net bir şekilde ifade ediyor ki, savaş esnasında bile namaz terk edilemez. Hatta mümkünse, namazı cemaatle kılmak bile terk edilmez.

· Asıl “insan hakları” “inanç” “fikir” ve “düşünce hürriyeti” İslam’dadır.

İslam düşmanları, bu değerlerin sadece edebiyatını yaparlar. Ancak, acıkınca taptıkları putlarını yiyen cahiliye müşrikleri gibi, kendi mukaddeslerini yiyiverirler. İşte ABD, AB, BM vd. devletler veya kuruluşlar. İnsan hakları, özgürlük, eşitlik vs. değerler, onlar için sadece birer geçim malzemesidir. Ellerindeki devasa medya gücüyle yavuz hırsız misali hem suçlu hem de güçlü olmaya devam ediyorlar. Ama onların da hesap verecekleri günler elbette gelecektir.

· Küfür cephesinde değişen bir şey yok. İsimler değişse de zulüm ve zorbalık devam ediyor.

Müslümanlar asırlar boyunca diğer milletlerin inanç ve ibadethanelerine ilişmemiş, onların tüm mukaddeslerini teminat altına almıştır. İşte 15 asırdır, hala İslam diyarında, diğer milletler ayakta kalan ibadethanelerinde, kendi inançlarının gereğini yaşıyorlar. Asırlık havra ve kiliseleri mevcut ve faal durumdadır. Eğer kimi yerleri yıkılıp harap oluşsa, sahipsizliktendir. Kaldı ki onların da niceleri bizzat İslam’ın idarecileri tarafından tahkim ve restore ediliyor. Müslümanlar, hiçbir zaman fethettikleri yerleri yakıp yıkıp yağmalamamışlardır. Şahsi hatalar sonucu yaşanmış olan olaylar ise, istisna olup kaideyi bozmazlar.

Ama ne yazık ki, bu cefakâr ve vefakâr İslam ümmeti, diğer milletlerden aynı adaleti görmemiştir. Haçlılar veya başka milletler, geldikleri her yeri yakmış, yıkmış ve talan etmişlerdir. Koca Endülüs medeniyetinin neredeyse tek bir taşını bile bırakmadılar. Avrupa’nın sair bölgelerinde de aynısını yaptılar. İşte son bir asırdır, dünyanın gözleri önünde yaşananlar… Afganistan, Azerbaycan, Bosna, Filistin, Irak, Suriye, Yemen, Libya vd. DEAŞ, vb. çapulculara gelince, onlar da batılıların vekalet ordularıdır. Onların yaptıkları yıkımlar, İslam’ın değil, “çağdaş” ve “hümanist” batının defterine yazılıdır.

· Engeller ne kadar çok, çetin ve zor da olsa, davadan vazgeçmek yok. Sabır, azim ve sebatla direnişe devam ettiğimiz müddetçe, zafer bizimdir ve istikbal ilamındır.

İslam, tüm cihana gönderilmiştir. Dolayısıyla sadece Medine’yle sınırlı kalacak değildi. Hudeybiye barışıyla sonuçlanan, umre seferi, aslına Mekke’nin fethine bir hazırlıktır. Ondan sonra da Arap yarımadası ve tüm cihan. O günün yok denecek kadar kıt imkanlarına rağmen, Resulullah (sav) ve ashabı, bu konuda görevlerini eksiksiz yaptılar. Asırlarca bu sorumluluğun farkında olan, ulema, ümera ve ümmetin nüce evlatları da İslam sancağını daha ileriye taşımak için çalıştılar. Ancak ne yazık ki, imkanlar asrı olan zamanımızda, görev aksatıldı. İslam sancağı, sancaktarlarını bekliyor.

· İman varsa, imkân da vardır. Samimi olduktan sonra, insanlar, konuşa konuşa sonunda anlaşırlar.

Islama ve onun rahmet peygamberi Resulullah'a (sav) kin ve nefret dolu olan müşrikler, O ve sahabelerinin umre yapmasına izin vermedirler. Gönderilen ilk elçiyi de öldürmeye kalkıştılar. Ancak Osman’ın (ra) ferasetli ve hikmetli girişimleri anlaşmanın ilk adımları oldu.