Dolar (USD)
32.26
Euro (EUR)
34.72
Gram Altın
2402.16
BIST 100
10336.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Dünya sistemi

“Dünya sistemi” ifadesi geçmişten farklı olarak bazı değişimleri de artık içinde barındırıyor görünmektedir. Bu bağlamda nasıl bir değişim sürecinden geçtiğine ve bugün nasıl bir dünyanın karşımızda bulunduğuna bir bakalım.

Öncelikle 19. Yüzyılın sonları ile 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde modernitenin doruk noktaları yaşanırken, iki dünya savaşı ile birlikte Avrupa’daki faşist iktidarlar modernitenin sorgulanmasına sebep olmuştur. II. Dünya Savaşı’nın ardından oluşan çift kutuplu dünya bu gelişmenin bir boyutudur. Bir yandan Amerika ve hinterlandı ile kapitalizm, diğer yandan Sovyet Rusya ve çevresi ile Komünizm çift kutuplu dünyanın iki yakasını oluşturmaktaydı. Soğuk savaş dönemi denilen bu on yıllar boyunca komünizm tehditine karşı Amerika ve Amerika karşısında komünizm ikili kutup başı idiler. Rasim Özdenören’in “Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı” adlı kitabı bu dilemmaya işaret etmekteydi.

1970’li yıllarda İslamcılığın tebellür etmesiyle “İslam” üzerine yapılan vurgular, belki de 1979 İran Devrimi ile birlikte dünyada izlenmeye başlandı. 1989’da doğu blokunun çöküşüyle birlikte Amerika ve kapitalizm karşıt kutbunu kaybetti. Bu safhadan sonra düşman konseptine İslam oturtulmaya başlandı. Fakat bu süreçte bugüne kadar tartışmasız kabul edilebilen gerçeklik; kapitalizm ile birlikte Neo-liberalizmin tartışmasız hakimiyeti oldu.

Dünyadaki tüm ülkeler ve hatta komünizm iddiasındaki ülkeler neo-liberalizme teslim oldular. Söz gelimi; Çin net bir şekilde izlenebileceği üzere bu yönde ciddi bir değişim geçirdi ve Amerika’nın ciddi bir rakibi haline geldi; fakat henüz sistemin yükünü omuzlayacak kadar değil. Diğer yandan Asya’da gelişme gösteren diğer ülkeler de benzer şekilde neo-liberalizmin çarkı içine dahil oldular.

Bu arada İslam dünyası da aslında toplamda yeraltı, yerüstü, kültürel ve insan zenginliklerine rağmen kendisine ait bir iddia sergileyemediği gibi neo-liberalizme teslimiyetini farklı şekillerde göstermiş oldu. Dünya şu anda güç merkezleri olarak çok kutuplu; ancak bu farklı renkleri içeren bir çeşitlilik değil, aynı rengin farklı tonları şeklinde tezahür etmektedir. Bir başka deyişle, dünya sistemi söz gelimi mavinin tonlarının izlenebildiği bir büyük harita olarak görünmektedir. Dolayısıyla Batı’nın galibiyeti her anlamda devam etmektedir.

Doğrusu gerek yerel düzeyde gerekse dünya ölçeğinde komünizm ve İslam adına kimi iddia ve uygulamaların hepsi olumsuzlukla sonuçlandığından dolayı ideolojiler negatiflikte birbirleriyle eşitlenmiş görünmektedirler. Dolayısıyla bu geleceğe dair insanın yeni arayışlarında bir umutsuzluğu da ifade etmektedir. Fakat neo-liberalizm gerçekte tüm dünya insanlığı için henüz kanıtlanmış bir başarı gösteremediği halde, diğerlerine karşı mutlak galipmiş gibi muamele görmeye devam etmektedir. Halbuki neo-liberalizm kanaatimizce adının konulması ve kutsanmasına yetecek bir başarı hikayesi yazabilmiş değildir.

Açıkçası neo-liberalizmin gücü insanın arzuları, hırsları ve yükselen taleplerinden gelmektedir. Arzu, hırs ve talepler, özgürlük kavramının çeperleri etrafında kutsanarak tüm insanlığın önüne bir eşya ve emtia sunumu şeklinde çıkmaktadır. Tüm bu sunumları dünyada yaşayan insanların hepsi aynı oranda tüketebilecek kudrete sahip olsalar, o zaman neo-liberalizmin refah yükselten gücünden bahsedilebilirdi. Ancak durum çok daha farklı işlemektedir.

Giderek tikellerin bütünle bağlantısızlığı, dünya sistemi kavramını farklı boyutlarıyla konuşmayı anlamlı kılmaktadır. Çünkü “sistem” kavramı giderek yeni neslin de jargonundan çıkmış görünmektedir.