Dolar (USD)
32.38
Euro (EUR)
34.65
Gram Altın
2410.06
BIST 100
10095.78
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

15 Ağustos 2023

Düşe kalka

Bir doktora gitsek. Reçetemize "Yaşamak!" yazsa. Tıpkı böyle. Sonunda ünlemli.

Sonra bir de "Daha az düşünmek, daha az sorgulamak yazsa." İlk dozu uygulasak. Hadi ikincisini de yakınımız gönlünü belerterek "Hayır ama, doktorun sözünü tutmalısın. Yaşamalısın!" dediği için uygulamaktan kaçamasak.

Sonra reçeteyi dürüp büküp bir perdenin düşmemesi için kornişin ucuna sıkıştırmakta kullansak. Bizi saklayan az konuşmuş, çok susmuşluk perdesinin. Düşsek sonra derin düşünmeye, düşlere... Nasılsa annemiz de uyarmıyor artık; “Dikkat et düşeceksin!” uyarısını çok geride bıraktık nasılsa…

Düştük mü bu çukura... Rahmin şefkati ilk yedi yıla kadar üşümez, ev ve balkon, varsa bahçe ve sokak (ah ne yazık ki park) anne rahminin uzantısıdır. Sonraları yavaş yavaş ılır. Başka bir hayata imkan için soğumaya başlar buralar.

Neymiş; kendi ayakları üzerinde duracakmış insan, kendi ayakları üzerinden düşmeli ve kalkmalıymış… İhtimal ki bu; insanın bütün bir dünya hayatının zahmetine uyum sağlaması, nimetle külfet arasındaki ahenge destek içindir.

İnsan rahimden, eşikten dünyaya düşer. Sonra kucaktan yere düşer. Düşe kalka büyür.

Adem/İlk insan/lar da ilk yaratılış zamanlarında bir anlamda “gökteki bir yayla ”da idi denilir. Belki Mars’a yaylalamaya çıkarıldı. Tuz buz bir düşüşle başladı o büyük film. Çok yükseklerden, yüksek bahçelerden düştü…

Meyveler erinde düşer dalından. İnsan ergenliğince… İnsanın düşüşü ergenliğidir. Ermemişliğidir. Ve her defasında kalkması ermişliği, olgunluğu getirecektir. Düşmek kalkmanın öğretmeni olarak atandı kaderler ülkesine.

Varlık ağacının en üst dalındaki o meyve; onun gerçekte bir türlü erişemeyeceği olgunluğuydu. O bir Yaratıcı düşüydü. Düşünüldü. Kalemi kırıldı. Düşürüldü.

Kendi ayakları üstünde durabilmek için…

İç içe çelişkilerin çatışması ve çatılmasında gerçekleşiyordu insanın tercihlerden ördüğü kaderi.

Düşmek; sırasıyla ruhlar aleminden, anne karnında saklı bahçeden, çocukluğun o mutlu, gençliğin o kutsal, o hep anlayışla bakılan cahilliğinden, ekmek elden su gölden, ah o bir daha ele geçmez masumiyetten, onurdan, onurdan, onurdan… Ve ölerek dünya bahçesinden biteviye düştük, düşüyoruz, düşeceğiz. Biteviye çıkmaya, düştükçe kalkmaya, yeniden tırmanmaya da çalışıyoruz…Yer çektikçe gök çekimine sığınıyoruz…

Fakat böyledir: Yerle gök arası bir çarmıhta yaşar insan… Biraz gök, biraz yerdir.

Biraz bulut kokusu, biraz çamur lekesi. Çıktı ve battı, çıkar ve batar insan. İkisinden hangisi olduğunu bildi böyle böyle. Bilir insan. Kendi içinde bir çatışma ile doğdu. Çatışmada içindeki canlardan birini vurdu. Vurur insan.

Ah insan! Ah ben yok muyum ben. Ve ah sen yok musun sen! Havalı bir toprak! Çamurlu yağmur. Zehirli çiçek. Kötülüksever iyi, iyiliksever kötü! Tamamen iyi. Tamamen kötü. Çok kötü, az iyi. Az kötü, çok iyi…Zayıf olma gücünü barındıran, güçlü olmanın zafiyetini taşıyan biri işte. Düşen düşebildiğince ve kalkan biri işte. Sen ve ben…