Edebiyat dergilerini ne yapalım?
1994 yılında tanıştım edebiyat dergileri ile. İlk şiirim bir edebiyat dergisinde 1995’te çıktı. 1996’da da ilk dergimi çıkardım. Yıllar var ki dergiler çıkardım; dergilerde yazdım, yazmaya da devam ediyorum.
Tanzimat’la birlikte hayatımıza giren dergilerin işlevi, yeri, önemi gibi artık klâsik olmuş cümleler kurmaya gerek yok. Dergiler önemlidir ve edebiyatın kalbidir.
Dergisiz edebiyat olmaz. Bu cümleye olan inancım yirmi yılı aşan bir süredir hiç eksilmedi. Bazen inancımın daha da arttığı oldu ama en küçük bir azalma olmadı dergi ve edebiyat arasındaki sıkı ilişkinin varlığına.
Mektep dergi, hür tefekkürün kalesi gibi dergi dünyasının içinde bulunanları yüreklendiren ifadeler olsa da dergilerin çevresinde gelişen tartışma ortamı da her zaman canlılığını korumaya devam ediyor. Dün de aynı döngüyü yaşamıştı dergilerimiz bugün de benzer olaylarla karşı karşıya.
“Dünyaya kapalı dergi”, “çete ekip”, “dergi mafyası”, “holding dergisi” ve daha birçok sıfatlarla dergileri çeşitlendirenler var. Dergi dünyası ile tanıştığım günden bu yana bu tür yakıştırmalar hiç eksilmedi. Bu tür sözlerin kaçınılmaz iki sonucunun ortaya çıktığını gördüm. Birincisi her şeye küsüp bir kenara çekilmek, ikincisi de birkaç kişi bir araya gelip dergi çıkarmak.
Birincisini hiçbir zaman anlamlı bulmadım. Edebiyatla meşgul olmak için illa ki bir yerlerde yazmak zorunda değil kimse. Küstüm deyip de bir kenara çekilince bu çok kimsenin de umurunda olmuyor. Tavşanla dağ arasındaki münasebetin ötesine geçmiyor bu tavır.
Dergi çıkarmak, düşüncelerini bir dergi aracılığı ile bir araya getirmek, dergi etrafında birleşerek bir duruş sergilemek, yeni sözler söylemek gibi birçok hatırı sayılır sebep için dergi çıkar ve çıkmalı da. Dergilerin sayısının çokluğundan hiçbir zaman rahatsız olmadım. Hatta yeni çıkan birçok dergi de beni mutlu etti.
Kişisel hırslarla dergi çıkarmak, benim de dergim var demek için maddi ve manevi yorgunluğa girmek, suyu bulandırmak için içi boş cümlelerini kendi çevresinde dönüp duran bir dergiye buna alet etmek birçok yönden israftır.
Dergileri gölgelendirmeye hiç gerek yok. Çok iyi dergilerimiz var. Teknolojinin ağ gibi dünyamızı sardığı bir zamanda edebiyat dergilerimiz ciddi, okunur, arşivlik sayılar hazırlıyor. Her satırında büyük bir emeğin olduğu sayılarla her ay ya da iki ayda bir kapımızı yokluyor dergiler.
Şimdi ortada gönlümüzü aydınlatan dergiler varken çıkıp da dergilere çamur atmak olsa olsa hazımsızlıkla açıklanabilir.
“Şiir gönderdim, öykü gönderdim, yayınlamadılar. Zaten bu dergilerin hepsi mafya.” diyerek cümle kuranların acaba kaç tanesi yazdığı metne alıcı gözle bakıp da özeleştiri yapmıştır diye merak etmiyor değilim.
Dergilerin elbette bir ekibi olacak. Dergiyi çekip çevirecek bu ekibin yanında dışarıdan gelen yazılarla da dergi güçlendirilecek. Bu, dergiciliğin olmazsa olmazıdır. Zaten dergilerimiz de bu minval üzere çıkmaya devam ediyor.
Ayda bir dergiyi bile takip etmeyen, yazdığı dergiyi bile almaktan uzak duran genç arkadaşların dergilere dil uzatmasını da anlayabilmiş değilim.
Ayda en az 30 dergi takip ediyorum. Birçoğunda da büyük bir keyifle yazıyorum. Okuduğum dergiler hakkında da www.dünyabizim.com adresinde yazılar yazıyorum. Edebiyat dünyası ile irtibat kurmak isteyen gençlere de ilk tavsiyem; “Dergi nasıl çıkarılır?” diyerek sormaları yerine hangi dergileri takip edelim diye sormalarıdır.
“Edebiyat dergilerini ne yapalım?” diye sormuştum başlıkta. Cevap net; öncelikle dergileri takip etmek gerek. İnsan içinde bulunmak istediği bir yeri neden hakkıyla tanımak istemez, bunu da anlamak mümkün değil.
Hangi dergileri mi takip etmek gerek? Bir yerden başlamaktır esas olan. Bir dergi, iki dergi derken dergilerin dünyasına girdikçe, dergileri tanıdıkça dergilerin yeni sayıları çıksın diye beklemenin keyfi dünyalara bedel. Kendimden biliyorum.