Dolar (USD)
32.28
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2475.55
BIST 100
10540.48
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

20 Eylül 2018

Edison, Gatto ve yeni eğitim-öğretim yılımız

Yeni eğitim-öğretim sezonunu bu hafta itibariyle açmış olduk. Haziran ayının ortalarına kadar sürecek sezonun hayırlı olmasını, hayırlara vesile olmasını dileyelim öncelikle. Bu sezon da kendisinden önceki sezonlar gibi ümit, heyecan ve iddialarla başlıyor. Daha önce sık sık belirttiğim gibi 10 yıllardır muhkem hale gelmiş bu yapıyı aynıyla muhafaza edip Haziran ayında da yine beklediğini alamamış olmanın şaşkınlığıyla gözümüzü ondan sonraki yıla çevireceğiz. Bu döngü kırılmazsa böyle devam edip gidecek.

Rivayete göre Thomas Edison’a, 999 denemeden sonra yaptığı bininci deneyde ampulü bulmasıyla ilgili olarak şöyle bir soru yöneltmişler: 999 kez hata yapmanıza rağmen, bininci deneyi yapacak gücü nereden buldunuz? Edison şu yanıtı vermiş: Ampulün icadı bin aşamalı bir süreçti. Hata gibi görünen ilk 999 aşama, bininci ve son aşamaya götüren öğrenmelerle doluydu.

Eğitimdeki vaziyetimiz şekil itibariyle Edison’un tavrını çağrıştırıyor. Sanki her eğitim-öğretim yılı performansımız Edison’un ifadesiyle bininci ve son aşamaya götüren öğrenme şeklinde algılanıyor. Bu algılama hakkı verilecekse anlamlı, makul ve meşrudur. Lakin her yıl periyodik şekilde devam ettirdiğimiz eğitim-öğretimimizin bininci ve son aşamaya götüren bir öğrenme olması için birinci aşamadan sonra ikinci ve üçüncü aşamaların olması gerekiyor. Biz Edison’un hatalarından ders alan ısrarcı tavrından ziyade işlevselliği sınanan şeyin sistemimizden ziyade gerçekliliğin kendisi olduğunu varsayıyoruz. O yüzden bizde yapısal analiz yerine sistem dışı bileşenleri suçlayan, onları mahkûm eden bir, bir tarz egemen. Daha önce de belirttim öğrenci, veli, öğretmen, ders materyali, fiziksel koşullar suçlanır ama sisteme bir şey denmez. O sabit tutulur; yaklaşımı, paradigması, yapılanması, yürütülme biçimi vs. Bir takım teknik-tali düzenlemeler yapılarak sistemin uyarlamasının yapıldığı düşünülür. Oysa dikkatli bakıldığında sorgulamadan muaf tutulan bir düzenekle karşı karşıyayız. Modernliğin meta anlatılarının neredeyse tümü teşrih masasına yatırılarak iyi-kötü bir hesabın muhatabı kılındı. Ancak ne hikmetse büyük bir meta anlatı olan zorunlu eğitim-öğretim bu sürecin istisnası kılınarak her türlü hesaptan-sorgudan münezzeh kılındı. Bu hesap-sorgulama muafiyetinin göze batmaması için de manipülatif işlevi dolayısıyla teknik ve tali mevzular özenle kullanılıyor. İşin gerçekten de buralarda olduğunu düşünenler de çözümün eklenen yeni konu veya çıkarılan eski konu, el yazısının getirilmesi veya kaldırılması, şu dersin zorunlu olması veya olmaması gibi bir basitlikte işlediğini varsayıyorlar. MEB’in önceki Müsteşarı Yusuf Tekin’in tarihi tespiti/itirafı bu ülkede hâla duyulmayı, işitilmeyi, gereğinin yapılmasını bekliyor. Ne demişti Tekin: Türkiye’nin başlangıcından bugüne paradigmatik anlamda eğitim sisteminde bir değişim yaşanmamıştır. Teknik-tali konularda kimi minimal düzenlemeler yapılmıştır.

Peki, hiçbir değişikliğin olmadığı bir alanda, sonuçlarına vaveylalarla, büyük şaşkınlıklarla, ‘aman Allah’ım!’larla’ tepki verdiğimiz bir sistemi aynıyla yürürlüğe koyarak farklı ve olumlu sonuçların çıkacağını, ‘bu kez sonuçlar farklı olacak’ dememizi nasıl açıklamak gerekiyor? Türkiye’de maarif davasının en büyük sorunu bugün itibariyle budur! Kendisini değiştirmeden, yapıp ettiklerine bakmadan bir şeylerin değişeceğini beklemek! Bir kişi bireysel olarak böyle bir hayalciliğe kendisini kaptırabilir. Ancak bir ülkenin, bir toplumun, temel alamet-i farikası rasyonellik olduğu iddia edilen devasa bir bürokratik aygıtın (MEB veya devlet, fark etmez) bu tarz bir savrukluğa kendisini kaptırması hayra alamet değildir, sağlık belirtisi değildir. Şaşırmamız gereken şey; şu andan net bir şekilde kestirdiğim Haziran ayındaki başarısızlığımız değil tersine hayatımızla tecrübe ettiğimiz başarısız bir uygulama karşısında karasevdaya tutulmuş âşık gibi çırpınışımız olmalı. Edison’un her başarısız deneyi denklemini revize eden anlamlı bir veri olarak işlev gördü. Bizim her yıl devam ettirdiğimiz başarısız eğitim-öğretim sezonu sistemin olduğu şekliyle muhafazasındaki ısrarı arttırıyor. İş bugün küresel ölçekte bir gerçeklikle savaş halidir. Açık ve net!

Küresel ölçekte olduğu gibi ülkemizde de zorunlu eğitim-öğretim, çok aşamalı kompleks bir sürecin ilk ve sağlıksız aşamasıdır. Bu aşama teorik olarak da pratik olarak da aşılması için sayısız gerekçe olan bir aşamadır. Bu düzeneği uygulama tarihinden muaf tutarak yürürlükte tutmanın bu ülkeye, bu topluma, insanlığa bir katkısı düşünülemez. Bu yönde bir çabamız ve gayretimiz olacaksa mevcut sistemin mutlak surette elden geçirilmesi gerekiyor. Bunun için de zihnimizin netliğe kavuşması lazım.

Örneğin zihni net olması gereken MEB, sene başında tüm öğretmenlere Gatto’nun zorunlu eğitime ilişkin provakatif kitabı ‘Eğitim: Bir kitle imha silahı’nı okumayı zorunlu tuttu. Niçin? Neden tüm öğretmenler bu kitabı okusunlar? İddiaları MEB’in uygulaması ile taban tabana zıt olan bu kitabın seçilmesindeki maksat nedir? Bu arada kitabın Türkçe isminin belirgin şekilde yanlış olduğunu da belirtmiş olalım: Eğitim bir kitle imha silahından ziyade tersine ‘bir kitle üretim silahıdır’ ve modern devletler başından beri taammüden böyle kullanagelmişlerdir. Kitlenin matah bir şey olduğunu da bu başlık vesileyle ilk kez duymuş oluyoruz.

Hal bu iken zorunlu eğitimi tüm icaplarıyla hayata geçiren MEB, Gatto’nun başlıklandırılması da yanlış kitabını öğretmenlere ‘zorunlu’ tutarak ya ne okuttuğunu bilmiyor ya da neyi uyguladığını-uygulamaya çalıştığını en iyi zorunlu eğitim karşıtı biri anlatır diye bu kitabı seçiyor. Tabii, MEB’e yükleniyoruz ama eğitim kamuoyunun da MEB’den aşağı kalır yanının olmadığını hatta ona rahmet okuttuğunu da kayda düşelim. Ortada bir sürpriz yok: Halimiz ne ise başımıza da o geliyor.