Dolar (USD)
32.28
Euro (EUR)
34.79
Gram Altın
2408.26
BIST 100
10273.08
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

20 Kasım 2013

Eğitim tartışmasının hal-i pür melali

Eğitim tartışması dershaneler üzerinden yeniden alevlendi. Konu ile ilgili görüş beyan etmeyen hemen hemen hiç kimse kalmadı. Hükümetin seri bir hamlesi ile tartışmanın içinde kendisini bulanların, karşıtlık-yandaşlık sarkacına eklemlenmeleri, Türkiye'deki siyasetin düzlemini bilenlerce artık şaşırtıcı bir durum değil.

Hükümet-cemaat geriliminin tetiklediği söylenilen dershane tartışması, ne türden bir gizemi bağrında taşıyor bilmiyoruz. Ancak biz verili durum üzerinden bir şeyler söyleyebiliriz.

Eğer, hükümet ile cemaat arasında, bugüne kadar çeşitli kişilerce dile getirilen ayrışma, dershaneler üzerinden bir hesaplaşmaya dönüştüyse vay halimize! Kamuoyunu olası belirsizlikler yüzünden endişeye sevk eden bir noktaya savurmaya kimsenin hakkı yoktur. Hele hele eğitim meselesi üzerinden bunu yapmak hiçbir biçimde izah edilemez.

BU OYUNU OYNAMIYORUZ

Türkiye'de eğitim sistemi olarak bahse konu olan eğitim-öğretim uygulamalarının bütünü ister devlet ister özel sektör bağlamında ele alınsın ortada her iki taraf açısından da bir iftihar tablosunun olduğu söylenemez. Dershanelerin verili sistem içerisinde gördükleri işleve dair onlarca olumlu özellik sıralanabilir; keza dershanelerin zaten dökülen sistem içerisinde onlarca olumsuz özelliğine de vurgu yapılabilir. Ancak mesele bu değil.

Tartışmanın akışı içinde Milli Eğitim Bakanı'ndan köşe yazarlarına, eğitimcilerden televizyon programcılarına kadar herkes bir gerekçeler listesi ile söze başlıyor, bir gerekçeler listesi ile sözü bitiriyor. Bir şeyi ister savunun isterseniz karşısında durun, gerekçeler sıralamakta hiçbir zorlukla karşılaşmazsınız. Oysaki mesele fayda-zarar analizinde haklı çıkma meselesi değil. Burada yanlış olan en başta bu oyunun kendisidir. Bu oyuna mahku00fbm olmak hazin bir biçimde esastan konuşulması gerekenleri de konuşulmaz kılıp perdelemektedir.

İYİ BİR GELECEK ÜMİDİ YOK EDİLEMEZ

Hükümetin konuya bakışını özetleyen bir cümle Bülent Arınç'tan geldi. Bülent Arınç basın toplantısında "Eğitime çok yatırım yaptık. Dershanelere ihtiyaç kalmamalı. Nitelikli dersleri okullar vermeli. Ailelere ekstra masraf olmamalı." ifadelerini kullandı.

Önce verili duruma bir bakalım. Bu ülkede yaklaşık 20 milyon öğrenci var. Bir de devletin hiçbir biçimde ortak kabul etmediği ve alternatifsiz bir biçimde belge, diploma, sertifika dağıtım şebekesi olarak kullandığı ve 12 yıl gibi bir süre ile zorunlu kıldığı bir eğitim süreci var.

Bu sürecin sonunda bir sınav var. Sınavın amacı elemek. Kimi? Milyonları. Herkesi üniversite mezunu yapabilecek ne yeterli sayıda üniversite ne de kontenjan var. Öğrenciyi kreşten almışsın ve neredeyse 20'li yaşlara kadar bir yere kıpırdamasına müsaade etmemişsin. Aileler bu noktada çaresiz. Ne yapıp edip o sınavı çocuklarının kazanmasını ve gelecek vadeden iyi bildikleri bir üniversiteye girebilmesini istiyorlar. Gayet insani bir arzu. Aileler bu arzularını gerçekleştirebilmek için çocuklarına destek eğitimi aldırıyorlar. Dershane dediğimiz şey bundan ibaret.

Yani mesele okullardaki dersin niteliği ile ilgili değil. Aslına bakarsanız dershanelerin kerametiyle de ilgili değil. Zira dershaneye her giden öğrenci kendisini 1 yıl sonra üniversitede bulmuyor. Bütün devlet okullarında derslere Einstein girse, durum yine değişmez. Tek bir eleme sınavına çocuklarının kaderi iliştirildiği müddetçe, insanlar kendi çocuklarını avantajlı kılacağını düşündükleri desteği arayacaklardır.

BİR GARİP DERSHANE TARTIŞMASI

"Efendim okulların yapamadığını 1 yılda dershaneler yapıyor." ucuzluğunda bir savunuya gerek yok. Dershanelerden bir ahlak ve fazilet merkezleri olarak bahsedip, dershaneleri fetişleştirmeye de gerek yok. Hükümet buyurdu, vardır bir hikmeti diyerek "Dershaneler vazgeçilmez değil" keyfiliğine de gerek yok. Dershaneyi verili sistem içerisindeki konumuyla değerlendirip asıl meseleye gelebilmek bu noktada en anlamlı iş olarak beliriyor.

ZORUNLU EĞİTİMDE 'BAŞARISIZLIK' ARİZİ DEĞİL ASLİDİR

Şimdi sanılıyor ki eğitime çok yatırım yapılırsa, eksiklikler giderilirse, fiziki şartlar iyileştirilirse her şey çok güzel olur. Bütün sınıflar teknoloji ile ihya olursa, akıllı tahtalar sınıfları doldurursa, tabletler gençlerin elinden düşmezse başarıdan başarıya koşulur. Böyle bir bakışın en temel yanlışı 'başarısızlığı' birtakım donanım eksikliklerinin neticesi olarak görmesidir.

Zorunlu eğitimin kendisi her yönü ile başlı başına bir başarısızlık abidesidir. Sadece Türkiye özelinde değil tüm dünyada bu böyledir.

Türkiye'de zorunlu eğitim 12 yıla çıkarılırken, bir eğitim sendikasının dışında hiçbir Allah'ın kulu bu ülkede bu noktaya temas etmedi. Zorunlu eğitim uygulaması başlangıcından günümüze-Türkiye'de çok sözü edilmese de - bir tartışma konusudur.

Ayartıcı/baştan çıkarıcı, kaotik ve parçalanmış oluşundan dert yanılan zamanımızda, sadece zorunlu eğitim değil; "eğitim fikri" bütünüyle kriz içindedir.

Türkiye'de ne mevcut eğitim sistemini kıyasıya eleştirenlerden ne de anakronik alternatif model rüyası görenlerden şu ana kadar bu noktayı yeterince anladıklarına dair bir işaret alabilmiş değiliz.

[email protected]