Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

11 Ekim 2023

​Enflasyon ve eğitim

Enflasyon, bir ülkenin ekonomik sağlığının en önemli göstergesidir. Öte yandan eğitim, toplumun sosyal ve ekonomik kalkınmasında en kritik bir role sahip aktör olarak karşımıza çıkar.
Pek çok ekonomist ve sosyolog, bu iki kavramın birbiriyle sıkı sıkıya bağlantılı olduğunu iddia eder. Peki, bu iddianın gerçeklik payı nedir? Bu yazımızda, enflasyon ile eğitim kalitesi arasındaki ilişkiye değineceğiz.
Enflasyon, bir ekonomide genel fiyat seviyesinin sürekli ve belirgin bir şekilde artması durumudur. Bu durum, özelikle tüketicinin satın alma gücünün azalmasına neden olur. Yani en basit ifadeyle tüketiciyi ve dolayısıyla ülkeyi fakirleştirir. Bu fakirleştirme girdabında ekonominin genel performansı bozulur, bireylerin yaşam standartları aşağı yönlü hareket eder nihayetinde de bulaştığı ülkenin sadece ekonomisini değil genel ahlak seviyesinden toplumsal mutluluğuna kadar her şeyini olumsuz etkiler.
Diğer yandan özellikle sanayi devriminden buyana elimizdeki veriler bizlere bir ülkede eğitim kalitesi ne kadar yüksekse, o ülkenin ekonomik gelişiminin de o denli yüksek olduğunu, ülke ekonomilerine adeta bir virüs gibi buluşan enflasyonun da o denli düşük olduğunu gösteriyor.
Peki, bu iki kavram arasında doğrudan bir ilişki var mıdır? Genel olarak bakıldığında, eğitim düzeyi yüksek ülkelerin ekonomik olarak daha stabil, inovatif ve rekabetçi oldukları, dolayısıyla ekonomilerindeki fiyatlar genel seviyesi üzerinde de bu güçlerinden ötürü ciddi derecede kontrol sağlayabildikleri görülmektedir.
Örnek olarak Finlandiya, Kanada ve Almanya gibi ülkeler hem eğitim sistemlerinin kalitesiyle hem de uzun yıllardır düşük seyreden enflasyon oranlarıyla karşımıza çıkmaktadır.
Evet, eğitimli bireyler, sadece üretim açısından değil ekonomik tercihleri açısından da enflasyonun düşük kalması hususunda etkilidirler. Ekonomik kararlarını daha bilinçli bir şekilde alabilirler. Bu da, tüketici ve yatırımcı davranışlarının daha öngörülebilir olmasına neden olabilir ve dolayısıyla ekonomik istikrarı destekler.
Ülkemize gelecek olursak ne yazık ki eğitim sistemimiz ekonomimiz açısından gerek üretim tarafında gerekse karar alıcıları yetiştirme konusunda istenilen düzeyde değil. PISA sınav sonuçlarına baktığımızda Türkiye, matematik, fen ve okuma becerilerinde OECD ortalamasının altında kalıyor. Bu durum da ülkemizin hedeflerine ulaşmada ihtiyacı olan insan kaynağını ulaşmasında ciddi problemlere sebep oluyor.
Sadece bizde değil, dünyanın tüm eğitim konusunda başarı sağlayamayan ülkeleri yüksek enflasyonla mücadele ediyor. Bugün hiper enflasyon yaşanan ülkelerin tamamı teknoloji çağının eğitim gereksinimlerine ayak uyduramayan ülkeler. Bunun tesadüf olamadığı çok açık. Yine dünyanın en güçlü ve en düşük enflasyon oranlarına sahip ekonomilerine sahip ülkelerin de eğitimde ilk sıralarda yer alanlar olması tesadüf değil.
Çok ciddi bir eğitim reformuna ihtiyacımız var. Öyle ki bu mesele bir milli güvenlik meselesi haline gelmeli, yola çok ciddi bir irade ile çıkılmalı, hem orta hem de yüksek öğrenimde aynı hassasiyet gösterilmeli.
İlk olarak üniversitelerin akademik ve idari özerklikleri, bilimsel özgürlük ve yaratıcılığı desteklemesi için güçlendirilmeli. Bu, üniversitelerin daha etkin, yenilikçi ve esnek olmalarını sağlar. Bu kurumların üzerindeki 1980 darbesinden kalma vesayet enstrümanlarının kaldırılması gerekiyor.
Hemen ardından üniversitelerde Ar-Ge bütçesi artırılmalı. Türkiye'nin toplam özel sektör, kamu ve diğerleri Ar-Ge bütçesinin sadece Samsung firmasının Ar-Ge'si kadar bile olmadığını düşündüğünüzde ne kadar geri kaldığımızı anlamak çok kolay. Üniversitelerin Ar-Ge bütçesini varın siz düşüşün. İnternetten araştırıp dünyanın iyi eğitim kurumlarıyla karşılaştırdığınızda canınız çok sıkılacak. Bu Ar-Ge işi ile özel sektörle işbirliği meselesi at başı yürütülmeli ve geliştirilmeli. Özel sektörle senkronizasyon sağlanmazsa dostlar alışverişte görsün işine döner ve beş kuruşluk katma değer olulmaz ne yazık ki. Akademiden pazara doğru ürünlerin çıkması için özel sektörün mihmandarlığı olmazsa olmaz.
Bir başka husus da yüksek öğrenim kurumlarının, klasik değişim programlarının dışında daha fazla uluslararası üniversiteyle işbirlikleri ve değişim programları oluşturması meselesi. Bu, öğrencilere ve akademisyenlere küresel bir perspektif kazandırma açısından çok önemli. Fakat bu programlara seçilecek öğrenciler hususunda çok dikkatli olunmalı. Tanzimatta bizim devletimiz Japonların ise şirketleri Batı'ya öğrenci gönderdi. Bizimkiler şair ya da devrimci, onlarınkiler ise Japonya' nın dev şirketlerini kuran mühendisler ve bilim adamları olarak döndü. O sebeple gidip gününü gün edecek meselenin ağırlığının farkında olmayan aklı bir karış havada gençleri değil, doğrudan üniversite-özel sektör iş birliğinde kendine yer bulmayı başarmış, kendini işine adayacak ve mezun olur olmaz bu programlara aracılık edecek şirketlerde işe başlayacak akıllı gençler tercih edilmeli, dönüşlerinde de tecrübelerinden faydalanıp üniversitelerimizin eksik yanları varsa tamamlanmalarında aktörler olmaları sağlanmalı.
En önemli hususlardan biri de yüksek öğrenimde müfredat, küresel trendlere ve iş dünyasının ihtiyaçlarına uygun olarak güncellenmelisi meselesidir. Bu husus çok can yakıcıdır. Halen daha bir asır öncesinin kafalarının diktelerinde eğitim verilmeye çalışıyor. Yazılan kitaplar bir yıl sonra bile güncelliğini koruyamazken üniversiteler bir çok bilim dalında seksenlerin doksanların kitaplarını öğrencilere dayatıyor. Böyle olmaz!
Öğretim elemanlarının seçiminin ve eğitiminin çok daha titiz bir şekilde yapılması hususu da ayrıca önem taşımakta. Sürekli eğitim programları ile akademik kadronun güncel bilgilerle donatılmasının sağlanma ise bu hususun mütemmim cüzüdür. Pek tabi burada bu akademisyenlerin ilk olarak bilim üretebilmeleri için öncelikle maddi kaygılarının ortadan kaldırılması zorunluluğu var. Elektrik, su, doğalgaz faturası düşünüp gece yanağında dört dönen adam bilim üretmez. Instagramdan tshirt satan bir adam akademisyenden daha iyi para kazanıyorsa o ülkenin parlak zekalarını bilim üretmeye ikna edemezsiniz. Başka iş bulamayan garanticiler akademik kadrolara doluşur. Dostlar alışverişte görsün bilimi oluşur. Öyle de oldu zaten...
Gelelim öğrencilerin başarı değerlendirmelerine. Sadece sınav odaklı olmaktan çıkarılmalı ve proje bazlı, uygulamalı değerlendirmelere ağırlık verilmeli, teorik bilginin yanı sıra, öğrencilere pratik beceriler kazandıracak staj ve uygulama programlarının önemi artırılmalıdır. Başka türlü sınavdan sınava ezber yapılır, sınavdan iki hafta sonra ömür boyu lazım olacak bilgiler uçar, gider...
Tabiki bitmedi. Mezun olan ve hali hazırda okumaya devam eden öğrencilere, kariyerleri boyunca güncel kalmaları için eğitim olanakları da sunulmalı, dijital eğitim araçları ve online kurslara yatırımlar yapılarak her türlü eğitim daha erişilebilir hale getirmeli. Bugün karşımızda Udemy gibi bir gerçeklik var. Tek kelimeyle dünyanın pratik hayata en uygun ve en büyük üniversitesi. Faydalanmak, örnek almak ve ülkemize mikro/makro tarzda uyarlamak lazım.
Yazımı bu işleri beceren ve enflasyon oranları çol düşük olan ülkeleri eğitim alanında öne çıktıkları alanları sıralayarak tamamlamak istiyorum. Hep beraber bir göz atalım.
Finlandiya: Eğitim kalitesi konusunda dünyanın en başarılı ülkelerinden biri olan Finlandiya, öğretmen eğitimi, öğrenci değerlendirmesi ve öğrenci merkezli eğitim yöntemleriyle tanınır.

Almanya: Mesleki eğitim ve çıraklık sistemiyle bilinen Almanya, teorik bilgiyle pratik becerileri birleştiren bir eğitim modeli sunar. Bu, öğrencilere kariyerlerine başlamadan önce gerçek dünyada deneyim kazandırır.
Singapur: Singapur, yüksek öğrenimde mükemmeliyetçilik, öğrenci değerlendirmesi ve öğretim kalitesiyle tanınır. Ayrıca, üniversite-sanayi işbirliğine büyük önem verir.
Hollanda: Hollanda, problem tabanlı öğrenme yaklaşımıyla tanınır. Bu yaklaşım, öğrencilere gerçek dünya problemlerini çözme becerisi kazandırır.
İsviçre: İsviçre, yüksek öğrenimde araştırma ve inovasyon konusunda liderdir. Aynı zamanda, mesleki eğitimde de oldukça başarılı bir modeli vardır.
Kanada: Kanada, uluslararası öğrencilere ev sahipliği yapma kapasitesi, çokkültürlülük ve yüksek öğrenimde kaliteyle tanınır.
İsveç: İsveç, öğrenci merkezli eğitim, öğretmen eğitimi ve yüksek öğrenimde inovasyon konusunda öne çıkar.
Avustralya: Avustralya, dijital dönüşüm ve online eğitim konularında öncüdür. Aynı zamanda, uluslararası işbirlikleri ve değişim programlarına büyük önem verir.
Bu ülkelerin her biri, yüksek öğrenimde belirli alanlarda başarılı uygulamalara sahiptir. Türkiye, kendi ihtiyaçlarına ve hedeflerine uygun olarak bu ülkelerin deneyimlerinden yararlanabilir ve en iyi uygulamaları kendi eğitim sistemine entegre edebilir.

Bu önerilerle ortayanatılan hususlar elbette yıllar içerisinde tamamlanabilecek ve demlenip oturacak reformlar. Elbette kısa vadede bizi enflasyon belasından kurtarmaz. Ama böyle bir eğitim sistemi kurabilen ülkelerin, dünyayı değiştiren katmadeğerli ürünleri ortaya çıkaran ülkeler olmaları, en büyük finansal kuruluşlara ev sahipliği yapmaları, dünyanın en değerli firmalarına sahip olmaları, en yüksek refah seviyelerini yakalamaları ve tamamında yıllardır düşük enflasyonla yola devam etmeleri düşünüldüğünde uzun vadede sağlam bir ekonomi ve düşük enflasyon için olmazsa olmaz hamleler olduğu ortadadır.
Tüm bunları değerlendirdikten sonra yazıyı şu soruyla bitirelim ozaman: Elin oğlunun yaptığını biz neden yapamalayalım?