Dolar (USD)
32.40
Euro (EUR)
34.78
Gram Altın
2401.01
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

18 Şubat 2014

FETVALAR HAVADA UÇUŞURKEN

AK Parti ile Gülen Hareketi arasındaki kavga ve gerilimde, dikkat ederseniz "din dili"nin üzerinden ve onları da manipüle eden bir lügatçe etrafımızı kaplamış durumda. Atılan her bir adımın, siyasi manevraların dince meşruiyetini önemsiyormuş gibi yapan bir dil, yazıların genel çerçevesine hakim oldu.

Mesela; beddua etmekten mülaaneye kadar bunun dindeki yeri ve meşruiyeti konuşuldu. Bu durum, bir şeyin sadece dindeki şekilsel meşruiyeti düzeyine indirildi hasılı. Bu arada, İslam'ın uzun vadede insandan bekledikleri, estetik ve irfani açıdan bu yapılanların vicdandan ne derece cevaz aldığı kesinlikle atlandı.

Dinsel meşruiyetin şekilsel bir mekanizmaya indirgendiği, meselelerin geniş arkaplanları ve gidecekleri sonuçları hesap edilmediği taktirde, "fetva"ların sadece siyasal pozisyon alışları onaylamak ya da reddetmekten öteye gidemeyeceğiniöncelikle görmek gerekiyor. Bu bağlamda, fetvaların her ne kadar somut olaylara tekabüliyeti söz konusu olsa da, fetvaların soyutluğu gerçekten gündelik hayatta yaşadıklarımızın derunune bir türlü değemiyor.

Bu bağlamda gerek Hayrettin Karaman'ın Yeni Şafak gazetesinde 10.01.2014 tarihli "Vakıflara Bağış Rüşvet Olur mu?" başlıklı yazısı ile, gerek Ali Bulaç'ın Zaman gazetesinde 13 Şubat günü çıkan "Havuzun Suyu" başlıklı yazıları doğrusu tipik iki örnektir. Her şeyden evvel soyut olarak ve genel ifade ettikleri itibarıyla her iki yazının altına imzamı atarım. Buraya kadar bir sorun yok. Yalnız, her iki yazarın siyasi pozisyon alışları, aidiyetlerini hissettikleri yerlere meşruiyet devşirmeye çalışmaları ve somut yaşanan olaylar nezdinde "fetva"ların araçsallaşması insanı daha çok üzüyor.

Her iki yazı da, aslında bir diğerinin anti-tezini bünyesinde barındırıyor. Yani bir yazıya karşıt delillerle itiraz edecek olursanız, diğer yazının delilleri ve içerikleriyle itiraz edebilirsiniz. Ancak daha da önemlisi, bu fetvaların, nasıl bir siyasayı inşa edecekleridir.

Yazılanların içeriği, ya sadece vakıflara bağış ya da kamu mallarının kullanılması üzerine yoğunlaşırken, tek taraflı olarak kalmaktadır. Halbuki yanlış olan ne varsa, bunların hepsinin beraberce ve aynı zamanda dile getirilmesi bir mecburiyettir. Bir de, hem vakfa bağış, hem de kamu mallarının kötüye kullanılmasının günümüzdeki somut uygulama biçimleri ve bunların hangisinin nasıl doğru olmadığının açıklıkla dile getirilmesi gerekir.

Doğrusu benim en çok korktuğum şey; tam da böyle bir zaman diliminde İslam'ın ve ona dair kavramların birden tüketilmesidir. İnsanların gündelik ağır sorunlar karşısında, İslam'ın tüm mekanizmalarıyla bir sığınak ve ümit kaynağı olması gerekirken, hiç bilmeyen insanların gündelik dini literatür ve pratiklerine bakarak "ya bu İslam nasıl bir din böyle" gibi bir düşüncenin gelip zihinlerine yerleşmesinin vebalini her şeyden önce kim üstlenecek?

Dinin fetva üzerinden sadece bir şekilsel bir mekanizmaya indirgenmesinin karşısında, şekilsel olanın hiç önemli olmadığını öneren yeni post/Modern Batıniliğin hortlamaya başladığı bir dönemde dine bakış ve yaklaşım gerçekten önem kazanıyor. Biraz dikkat.