Dolar (USD)
32.37
Euro (EUR)
34.77
Gram Altın
2392.71
BIST 100
10257.01
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

31 Ekim 2023

Filistin parça parça işgal ediliyor

9 Aralık 1917 günü İngiliz General Allenby “Babu’l-Halil” kapısından Kudüs’e girerken, Osmanlı Devleti’nin buradaki 401 yıllık hakimiyeti sona eriyordu. Bu da kadim topraklar için huzursuzluğun başlangıcı demekti. 30 yıl boyunca yüz bin İngiliz askeri Filistin’i mâtemi bitmeyen beldeye dönüştürdü.

1948 yılının bir Mayıs akşamı gaydaların sesi çok eski ve dolambaçlı yollara son kez yayıldı. Bu ses Kudüs’ün Eski Şehri’ni işgal eden İngiliz askerlerinin gidişini bildiriyordu.

Yahudiler Sokağı’nın pencerelerinde ya da sinagogların ve dinsel okulların eşiğinde, uzun sakallı ihtiyarlar bu geçit törenini izliyordu. 30 yıllık tatsız bir hâkimiyetten sonra bu surları terk edip gitme sırası İngiliz askerlerinindi. Kudüs’ün göklerinde dalgalanan İngiliz bayrağı indiriliyor, yerini siyonizmin mavi-beyaz bayrağı alıyordu.

BÖLGEYİ KAOSA GÖTÜRECEK SÜREÇ BAŞLATILDI

1922 yılında Milletler Cemiyeti tarafından Türkiye’nin yerine, Filistin’de İngiltere’yi hâkim kılan manda yönetimi bu kararıyla bölgeyi kaosa sürükleyecek bir süreci başlatıyordu.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu politikasını dilediği noktaya götürmek için İngiltere’nin Filistin’e ihtiyacı vardı. Burası, Irak’ın akıl almaz zenginlikteki petrol yataklarıyla Taymis Nehri’ne kadar İngilizleşmiş hayati bir geçit olan Süveyş Kanalı arasında köprü görevini sağlayacaktı.

Bu isteği gerçekleştirmek için, İngiltere, gösterişli bir şekilde, beş yüz yıllık Türk hâkimiyetini bir aydınlık Hıristiyan üstünlüğü örneğiyle silmeye ve dağınık Yahudilere eski vatanlarının kapılarını açmaya girişmişti. Ama problemler tümüyle üstesinden gelinemeyecek bir biçimde ortaya çıkmış ve başarısızlığın bilincine varan İngiltere, sonunda manda yönetiminden vazgeçmişti.

ÖYLE BİRATEŞ YAKILDI Kİ, HÂLÂ SÖNDÜRÜLEMİYOR

14 Mart 1948 günüydü. Sir Alan Gordon Cunningham, o gün İngilizlerin Filistin’den ayrıldıklarını, Yahudilerin İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilân ettiklerini, Arapların savaşa girdiklerini gördü. Bir ihtilaf Kutsal Toprağı alevlere boğacak ve bu alevler bir daha da sönmeyecekti.

İhtilafı kaçınılmaz kılan ise bir oylama oldu. 29 Kasım 1947 soğuk bir Cumartesi günü, ilk savaş mermilerinin Kudüs damlarına düşmesinden 6 ay önce, yeni kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü’ne üye elli altı ülke temsilcileri New York banliyösündeki Flushing Meadows’da toplanmıştı. Orada, eski bir patinaj salonunun kubbesi altında, Akdeniz’in doğu kıyısında yer alan, Danimarka’nın yarısı, nüfusu Belçika nüfusunun beşte biri kadar olan, Eski Çağ haritaları yapanlar için evrenin merkezi ve dünyanın başlangıcında bütün insanların yollarının yöneldiği bir toprak şeridinin, yani Filistin’in kaderini çizeceklerdi.

UMUTSUZLUK KALEMİYLE ÇİZİLEN PAYLAŞTIRMA HARİTASI

Birleşmiş Milletler’in kısa tarihinde, bunca ihtirasın gemi azıya aldığı görüşmeler pek nâdirdi. Örgütte temsil edilen her ülke bu bölgeye, şu ya da bu şekilde, manevi mirasının bir bölümünü borçluydu. Uluslararası meclise Filistin’in Arap ve Yahudi olarak iki ayrı devlete bölünmesi teklif ediliyordu. Böylece ortak bilgelik 30 yıl süren iç savaşa son verecekti. Ama, umutsuzluğun kalemiyle çizilen bu paylaştırma haritası katlanılabilir bir ödünler ve kabul edilemeyecek kepazelikler karışımıydı.

Kurulacak Yahudi devletinin topraklarının çoğunluğu ve neredeyse nüfusunun yarısı Arap olduğu halde, Filistin’in yüzde elli yedisi Yahudilere bırakılıyordu. Bu Yahudi topraklarının girintili, çıkıntılı ve acılı sınırlarına gelince, sağduyuya olduğu kadar savunma gereklerine karşı da gerçek bir meydan okumaydı.

CİNAYETLERİ BATI İŞLEDİ, ARAPLAR SUÇLU İLÂN EDİLDİ!..

Birleşmiş Milletler’in denetimine bırakılan Kudüs, üzerinde ne Arapların ne de Yahudilerin başkent kuramayacakları bir uluslararası toprak oluyordu.

Birleşmiş Milletler’in tarihi toplantısından aşağı yukarı tam 30 yıl önce, İngiltere Yahudilere, içlerinden pek çoğunun beslediği düşü gerçekleştirmeleri için ilk elle tutulur fırsatı vermişti: “Filistin’de bir yuva kurmak”.

Yahudilerin tarih boyunca yaşadıkları sürgün yıllarında tek altın çağını İspanya’da kurulan Endülüs Emevileri dönemiydi. Avrupa ülkelerinin çoğu onlara kapılarını kaparken, Osmanlı Devleti her zaman kapılarını açmıştı. Hitler’in gaz odalarında korkunç Yahudi kıyımı dizisi İslâm dünyası tarafından değil, hep Avrupa’nın Hıristiyan ülkelerince sürdürülmüştü.

Dolayısıyla, işlenen cinayetlerin yükü bize değil bu uluslara yüklenmelidir, diye itiraz ediyordu Araplar.

ABD, FİLİSTİN’İ PARÇALAMAK İÇİN BÜYÜK BASKI KURDU

Bu süreçte Filistin’in paylaşılmasını gerçekleştirmekte en çok çaba gösteren Birleşik Amerika’ydı. Başkan’ın danışmanı olan iş adamı Bernard Baruch, Fransa’nın Birleşmiş Milletler’deki delegesi Alexandre Parodi’yi, ülkesinin paylaştırmaya karşı çıkması halinde Amerikan yardımının kesilmesinin muhtemel olduğunu söyleyerek tehdit etmekten çekinmemişti.

Bu hayati süre boyunca, paylaştırmaya karşı dört ülke (Yunanistan, Liberya, Haiti ve Filipinler) inanılmaz bir baskı ve hatta tehdit dalgasıyla karşılaşacaklardı.

New Yorklu parlamento üyesi Emmanuel Cellar, Başkan’a yolladığı bir açık telgrafta “Yunanistan gibi direnen ülkelerin yola getirilmesini” istedi. Koridorlarda korkunç söylentiler dolaşıyordu. Bunlardan birisine göre Tayland delegesi öldürülmüştü.

Eğer Birleşmiş Milletler, Filistin’in paylaştırılması yönünde karar alırsa, bütün Arap devletlerinin desteklediği Filistin Arapları, İngilizler gider gitmez Yahudilerle savaşacaklardı. Eski Yahudi tapınağının mihrabında kurban edilen hayvanlarla, İsa’nın (a.s.) çarmıha gerilişiyle, insanların duvarları dibinde ölüşüyle Kudüs yeryüzünde hiçbir şehrin yaşamadığı dökülen kanın laneti içinde yaşamıştı.

ÜÇ BÜYÜK DİNİN KUTSAL İZLERİNİ TAŞIYAN BELDE

Tek Tanrı’ya inanan üç büyük din (Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık) tarafından kutsal sayılan Kudüs’ün taşları bu üç dinin kutsal izlerini ve din adına işlenmiş cinayetlerin anısını taşımaktaydı. Davud ve Firavun, Sennaşerib ve Nabukadnezar, Herod ve Ptoleme, Titus ve Godefroy de Bouillon komutasındaki Haçlılar, Timurlenk ve Selahaddin Eyyübi’nin askerleri, Türkler ve Allenby yönetimindeki İngiliz askerleri, hepsi burada savaşmıştı. Hepsi Kudüs için can vermişlerdi.

Eski Şehir’in öbür ucunda, geniş bir alanın ortasında, Kudüs’ün başka bir inanç için taşıdığı önemin tanığı Kubbetu’s-Sahra yükselir. Tek ve rahmet sahibi Allah’ı yücelten zarif yazıları şereflendirmek için yeşille altın sarısının birbirine karıştığı kubbesinin mozaikleri altında siyah bir kaya yığını (Hacer-i Muallak) görülür. Eski Çağların en yüce yerlerinden biri olan burası Moriya Dağı’nın tepesidir. İslâm geleneği, üzerindeki hafif bir izin Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Burak’la miraca çıktığı gece onu yerde tutan Cebrail aleyhisselâmın elinin izi olduğu kabul edilir.

Hz. Süleyman’ın (a.s.) yaptırdığı tapınağın kalıntısı olan Ağlama Duvarı, Yahudiliğin en kutsal yeridir. Yirmi yüzyıldan beri, dört yana dağılmalarının ardından ağlayan Yahudiler ona doğru dönerler. Koca taş bloklarının yarıkları ve çatlakları arasında bir sürü kağıt parçası bulunur. Kimi Tanrı’ya bağlılık mesajı yollamıştır, kimi yeni doğan çocuğunun ya da hasta karısının Tanrı tarafından kutsanmasını ister, kimi de ters giden işlerinin düzelmesini ya da İsrail halkının kurtuluşunu diler.

Kim bilir kaç kuşak Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanlar birbirine karışmış olarak bu vadinin beyaz taşları altında uyumakta, hayatları boyunca elde edemedikleri barışı ölümde bulmaktadırlar. Birbirine düşman etnik ve tarihsel bir sürü adacığa bölünen Kudüs’e, işgalci İngilizler üç yeni bölge daha eklemişlerdi.

Arap ya da Yahudi bütün Kudüs halkı, aynı kuşku içinde şehrin kaderinin bağlı bulunduğu uzak toplantının her sözünü dinlemek üzere radyolarının başına toplanmıştı. Kurulda, David Ben Gurion dört elin havaya kalktığını gördü. Bir Yahudi devleti kurma kararı tek oy farkla sağlandı. David Ben Gurion, on bir kere daha masaya vurdu ve açıkladı: “İsrail Devleti doğdu. Oturum kapanmıştır.”

Sonra kurul yeni devlete bir ad koymaya karar verdi. “Sion” ve “İsrail” adları ortaya atıldı. Oylama sonucu Yahudi devletinin adı “İsrail” olacak ve resmen “İsrail Devleti” diye anılacaktı.

33 devletin Filistin’i paylaştırmayı kararlaştırdığı akşam doğan ihtilaf, başka kurbanlar verilmesine yol açacak ve pek çok sarsıntılara sebep olacaktı.

Siyonist Yahudiler, iki bin yıllardır kendilerine başkaları tarafından yaşatılan sürgün, sefaleti ve acıyı yurtlarından sürdükleri Filistinlilere reva görecekti. Ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı!.. (Kaynakça: Kudüs... Ey Kudüs, Larry Collins - Dominique Lapierre, Kronik Kitap)

VE BUGÜN GAZZE’DE KIYAMET YAŞANIYOR!..

Siyonist İsrail’in Filistin’i işgali 1948’den beri hız kesmiyor. Müslümanların hâli 7 Ekim’den beri Gazze’de tezahür ediyor.

Ey dinlerin incisi, ilk kıblemiz, harîm-i ismetimiz Kudüs’ün gölgesinde acıların en dehşetlisini çeken Gazze!.. Sokakların, minarelerin ve dahi masum çocukların hüzün kokuyor!.. Gözlerden yaş, bedenlerden sel gibi kan akıyor!..

Gazze’yle birlikte insanlık da çığlıklara duyarsız bakışlar arasında ölüyor. Mustazaflar ateş topuna dönen yurtlarından savruluyor. Nereye baksanız feryatlar arş-ı âlâya yükseliyor. İslâm Âlemi'nin öncü birlikleri Filistinliler can çekişiyor. Mustazaflar, iman sancağını düşürmemek için tek başına “küfür milleti”ne direniyor.

Gazze’de kıyamet yaşanıyor!..

İnsanlık susuyor!..

Gazze acı çeke çeke ölüyor!..