Dolar (USD)
32.38
Euro (EUR)
34.76
Gram Altın
2396.20
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

12 Haziran 2013

GAZZE PARKI (!)

Gezi parkı hadisesinin 2. Günü daha önceden planlandığı üzere Alman Ceza Hukuku Derneğinin davetlisi olarak Manhaim'e, mesleki bir çalışma için Hukukçular Derneğini temsilen gittik. Ancak 6 gün boyunca sürekli Türkiye'yii gezi parkında ne olduğunu, basından ve sosyal medyadan takip ettik. Gerçekte ne olduğuna dair herkes kendi zaviyesinden gördüklerini paylaştı. Hatta görmeyip de görmek istediklerini de görüyormuş gibi paylaştı. Bu nedenle Gezi parkından veya Türkiye'nin içinden nasıl göründüğünden ziyade Türkiye'de yaşayan biri için dışarıdan bu olayları gördüğüm gibi aktarmaya çalışacağım.

Son 2 yıl içerisinde Afrika ve Asya ülkelerine yaptığım her seyahatte veya oradan gelen misafirlerin gözlerindeki dostluğu, bizim ülke olarak başardıklarımızla onlarında nasıl mutlu olduğunu gördüm. Buna mukabil Batılı ülkeleri ziyaretimde veya oradan gelen misafirlerin gözlerinde ise kıskançlıkla birlikte hüzün çok belirgindi. Almanya ve Fransa'da bulunduğumuz esnada Türkiye'de yangın varmış, tüm ülke yanıyormuş, tüm sokaklar "diktatör" başbakana karşı ayaklanmış, Türkiye'de de Suriye, Irak benzeri bir durum varmış gibi yayınlar 1. haberdi. Fransa'da, Fransa açık tenis turnuvası ve Türkiye gündemdeki en önemli haberlerdi. Ve gözlerde bizim üzüntümüzle ters orantılı o vahşi mutluluğu gördüm. Aşağılayıcı bakış ve sorular. Özlenen, beklenen an bu insanlar için gelmişti. Başını kaldıran hasta adam, tekrar yatağa yatacak onunla birlikte başını kaldıran tüm 2. Sınıf insanlar/devletler de kafalarını eğeceklerdi. Konuşmalar arasında Osmanlının başarısız Viyana kuşatmaları, Alman avukatlar tarafından hatırlatıldığında, Almanların hiçbir savaşının benim için önemli olmadığını fark ettim. Ama onlar için Türkiye'nin oluğu kadar Osmanlının da her yaptığı veya yapamadığı önemiydi. Zira bu ikisi onlar için aynı şeydi.

Bu hadiseler organize midir? Dış destek ne kadardır? Bunu bilmemekle birlikte gönülsel bir desteğin olduğu çok açık. Ülkeler arasında dostluk veya düşmanlıktan ziyade çıkar ilişkisi olduğu söylenir. Ama halklar arasında dostluk veya düşmanlık vardır. Bunu bu son olayda iliklerime kadar hissettim. Bizim kabul edemediğimiz göremediğimiz hissedemediğimiz şey Türkiye'nin hiçbir zaman yönetilen bir topluluk olamayacağı gerçeğidir. Bu gerçeği bizim dışımızda tüm dünya biliyor ama biz bilemiyoruz. Gazetelerde yabancıların Türkiye'nin haritada yerini dahi bilemedikleri yazılır çizilirdi. Oysa bu olay gösterdi ki birçok Hollywood yıldızı Taksimdeki gezi parkının yerini gördüler ve eylemcilere destek verdiler. ABD ve Avrupa devletlerinin siyasetçileri de aynı desteği devam ettirdiler. Koro halinde bir saldırı vardı. Tabiu00ee ki buradaki amaç taksimdeki ağaçların yaşamıydı (!)

Tüm bunlar olurken haziran ayında ne olacaktı? Sayın Başbakan ne yapacaktı diye düşündüm. Bir yere gidecekti Sayın Başbakan, dünyanın görmek istemediği, insanların bırakın ağaçların canlarının, kendi canlarının bile güvende olmadığı, her an bombaların kafalarına atıldığı ama hiçbir çağdaş memleket insanının göremediği o ülkeye gidecekti. O bombalar insanların üzerine düşerken hiçbir şekilde twet ile destek olunmayan, kalp ile buğzedilmeyen memleket. FİLİSTİN'e, Filistin ile bağlantısı kesilmiş olan açık hava hapishanesine çevrilen GAZZE'ye gidecekti Başbakan. İsrail'de eylemlere yapılan destek ve bu esnada verilen mesajlar dostu ve düşmanı bizlere açık olarak göstermektedir. Demokrasi isteniliyormuş, bunu söyleyenler Filistin'de Hamas'ın seçimi kazanma ihtimaline binaen seçim yaptırmıyorlar. İşte demokrasi, nasıl oluyorsa seçimsiz demokrasi (!) Başbakan öyle olaylarla uğraşmalı ki hiçbir zaman kafasını kaldıramamalı, dünyanın geri kalanı ile ilgilenmemeli Türkiye. Hedeflenen ve istenilen bu. Bundan 1.5 yıl önce IMF ile tekrar anlaşılarak kredi kullanmamızı isteyenler bugün bu eyleme en fazla desteği verenler. Bu ve buna benzer nedenlerle içte ve dışta birleşenler ile hükümeti gerçekten istemeyen beğenmeyenler, meşru birçok sebep ile bu yelpazede yer alan kişiler gezi parkı eylemlerine katıldı.

Yukarıda yazdıklarım o eyleme katılanların bu olaylarla bağlantısı olduğunu değil ama eyleme destek verenlerin niyetlerini yansıttığı için önemli olduğunu düşünüyorum. Gezi parkı ile başlayan bu süreç Ak Parti saflarında bir kenetlenmeye neden oldu. Keşke çevreci bir girişim olarak kalsa idi bu eylemler. Ama olmadı. Çok çabuk karşısındakinin hayat tarzına küfür, ben ne istersem zorlada olsa alırım noktasına geldi. Özeleştiri yaptırmadı Ak Parti yetkililerine. Sadece orada kalabilseydi keşke. Ne çok söyleyeceğimiz şey vardı. Kentlere dair, insana dair, buluşabilirdik belki de bu ülkenin insanları olarak. Ama ne zaman penguenler, koyunlar denildi, ne zaman o iğrenç pankartlar ortaya çıktı, bu ülkenin sessiz çoğunluğu aşağılandı, o zaman iktidarın hataları affedildi. Eleştiriler atiye bırakıldı. Bu sadece bir park eylemi değil arkadaş denildiği anda kendisine yabancı, adı sanatçı, bizim insanımızı soğuttu parkada, içindeki insanlara da, bu gururlu ülkem insanını. Zira onlar her şeye susmuş ama önlerine sandık geldiğinde tepki koymuşlardı. Tek başına iktidar yaptığı Ak Partiye bile Anayasayı yapma konusunda tek başına olmaz konuş diğerleri ile anlaş öyle gel demişlerdi. Basiret, feraset, hidayet demişti rahmetli Erbakan Hocam. Bu üç haslet olmalı bir insanda. Anadolu insanında bu üç haslet de var ve Anadolu insanı, kökünden uzak bu oluşumu sabırla izliyor. Sıranın kendisine geleceği anı izliyor. İktidarı izlediği gibi.

Son söz antikapitalist Müslüman dostlara. Her şey oldunuz yaranma uğruna, kaçırdığınız sadece Müslüman olsanız yeterdi. Müslüman olmak unutsanız da size yetmese de gerçekte başka sıfata gerek bırakmıyordu. Yaranma uğruna bu doğruyu kaçırdınız. Parka birçok grup gibi sizde gömüldünüz.

Sabır ve dua zamanı hepimiz için.