Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

08 Temmuz 2021

Gecenin en karanlık anı…

Milat Gazetesinde ilk yazım 30 Mart 2020 tarihinde yayınlanmıştı. “Bir Uyku Arası Verdik Yaşama!” başlığıyla kaleme aldığım yazımda 2019 Aralık ayıyla Çin’in Wuhan eyaletinden dünyaya yayılan ve 10 Mart 2020 tarihinde ülkemizin sınırlarından izinsiz bir şekilde içeri giren korona virüse (Covid-19) değinmiştim.

Bu virüs neticesinde yaşamaya genel anlamda bir uyku arası vermiştik ve “Yarın çok geç olmadan, bugün evinde ve bizimle kal.” sloganıyla öncelikle olayın vahametinin büyüklüğüne dikkat çekerek insanın derdi ne ise dili de o olur mukabilinden yazılar kaleme almaya gayret ettim.

Bir kıyamet provası yaşadığımız o günlerde dostlarla içilen bir bardak çayın dahi ne kadar kıymetli olduğunu yaşayarak öğrenmiştik. Genel geçer mazeretlerle ötelediğimiz dost, akraba ziyaretlerinin anlamını sokağa çıkmanın yasaklandığı zamanlarda daha iyi anlar olduk.

Akabinde Ramazan ayının gelmesiyle inanç dünyamızda büyük anaforlar yaşamaya başladık. Camiler boş, teravihler sessiz, iftarlar ve sahurlar yalnız halde bir başına bırakılmış gibiydiler. Ötelediğimiz, ertelediğimiz her ne var ise hepsinin kıymetini tek tek anlamaya başladık ve bize sunulan bu güzelliklerin aslında ne kadar büyük bir nimet olduğunu idrak eder olduk.

Kadim medeniyetin asil evlatları olarak gücümüz yettiğince vefanın en güzel örneğini ortaya koyarak hem kendi vatandaşlarımıza hem de bütün insanlığa yardımcı olmak adına az çok demeden “Biz Bize Yeteriz Türkiye’m!” düsturuyla elimizi taşın altına koyduk. Böyle bir necip milletin mensubu olduğumuz için ne kadar şükretsek azdır.

Hüzünlüydük, ömrümüz hazan mevsimini yaşıyordu ve etrafımızdaki yapraklar tek tek dallarıyla vedalaşıyorlardı. Ölüm dediğin bir yoğun bakım ünitesinin soğuk duvarına çarpan en dramatik duruştu. Daha da hazini bazen veda etmeye dahi ömür vefa etmiyordu. Ölüm sessiz geliyordu, cenazeler sessiz gömülüyordu, mezarlıklar en sessiz hallerine bürünmüşlerdi ve giden yalnız ve sessiz gidiyordu.

Her şeye rağmen “Vardır bunda da bir hayır!” diyerek hüzünden rahmet doğar şuuruyla umudumuzu her dem diri tuttuk. En darlandığımız ve her şeyin üstümüze üstümüze geldiği zamanlarda ise dua niyetine dilimizde taşıdığımız “Hayırlısı!” kelimesini hayatımızın merkezine almıştık.

Bu kadar teselli edici düşüncelerin yanında ısrarla kurallara uymayıp sadece kendisini değil, aynı zamanda toplumun hayatını da tehlikeye atan insanlarımızın sayısı ise azımsanmayacak kadar vardı. Salıverdikçe kaybettiğimizi fark etmeden ve isteklerimizin imtihanımızın sebebi olabileceğini düşünmeden dünya kendi etrafımızda dönüyormuşçasına umarsız davranışlarımız nedeniyle bu illet virüs yeniden pik seviyelerine ulaştı. Hayatımızın telafisinin olmadığını anlayarak hatayı kendimizde arayıp elimizden kaçırdığımız kontrolü tekrar kendi elimize almaya çalışıyorduk. Çünkü biz değişebilirsek dünyanın da değişeceğine hatta güzelleşeceğine olan inancımızı diri tutuyorduk. Aksi takdirde herkesi toprak çağırıyor ve sırası gelen bir saniye dahi fazladan kalamayarak tahtadan atına binip ahiret yurduna göç ediyordu.

Her dönemde olduğu gibi bu dönemde de krizleri fırsata çevirerek stokçuluk, karaborsacılık ve benzeri işleri yapanlar milletin canıyla mücadele edişini hiçe sayarak fırsatçılığa soyundular. Temel ihtiyaç malzemelerinden tutun da pandemi sürecinde elzem olan bütün ürünlerin fiyatı virüsün pik seviyesiyle yarışır hale gelmişti.

Eğitim ve öğretim faaliyetlerine can suyu olduğunu düşündüğümüz uzaktan öğretim modeli bu süreçte öğrencilerin bir şeyler öğrenmesine vesile olsa da maalesef teknoloji bağımlısı büyük ve büyülenmiş bir nesil oluşturdu. Bu durumun artçılarını önümüzdeki yıllarda daha net bir şekilde görmüş olacağız.

Bu sürecin en olumlu yanı sokağa çıkma yasakları neticesinde motorların çalışmadığı bir zamanda doğa kendi kendini çok güzel yeniledi. Doğanın o doğal sesini ve güzelliğini hayretler içerisinde dinledik ve seyrettik. Ayrıca en güzel müjdesi ise Fatih’in mirası ve emaneti, aynı zamanda İstanbul’un Fethi’nin sembolü olan Ayasofya Camii’nin yeniden ibadete açılmasıydı.

***

Dünyanın dar boğazdan geçtiği o günlerde yazılarımızda yarınların umudunu ve duasını kaybetmeyenlerin olacağını ısrarla vurguladık. Şimdi ise bir uyku arası verdiğimiz yaşamın kâbus dolu gecesinin sabahına uyanma vakti. Dilerim bu şafak yalancı bir şafak değildir ve gerçekten güneş en güzel ışıltısıyla üzerimize doğacaktır. Güneşin ışıltısı biraz da bizim elimizde. Kontrollü normalleşmeye geçtiğimiz şu günlerde tedbirlere uyup kontrolü elden bırakmadığımız müddetçe güneşin ışıltısı ruhumuzu aydınlatacaktır. Son maskeli aylarımızı geçireceğimizi ümit ediyorum. Bahar yavaş yavaş bize yüzünü göstermeye başlıyor. Bu kadar daraldığımız gecenin sabahında ruhumuzun, gönlümüzün ve dünyamızın ferahlayacağı günlere yaklaşıyoruz. Çünkü “Gecenin en karanlık anı, şafak sökmeden az önceki andır.”