Dolar (USD)
32.18
Euro (EUR)
35.00
Gram Altın
2499.16
BIST 100
10643.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

04 Kasım 2020

Geçmiş olsun

Ebeveynlerinden öyle gördükleri için bir zamanlar insanları seviyor ve sevgiye önem veriyorlardı. Sevginin yumuşattığı kalpleri vardı ve hayata, insanlara, doğaya merhametle bakıyorlardı. Az idiler ama birbirlerini koruyup gözetiyor, birbirlerinin kalbini kırmıyor hep her an ölecekmiş hissiyle yaşadıkları için hayata olması gerekenden fazla değer vermiyorlardı. Bir vücudun organları ve bir saati oluşturan parçalar gibi birbirlerinden haberli, birbirleri için çalışan, biri incinince ötekinin de acı çektiği kolektif bir tesanüt duygusuyla hareket ediyorlardı. Birine bir şey olsa, ötekiler ordaydı. Birinin başı sıkışsa ötekiler yardımına koşmak için sırada…

İnançları güçlüydü, bir fikir taşıyorlar, ideallerinin peşinden gidiyorlardı. Küçük evlerinde, kocaman yürekleriyle en yaman kış gecelerine bile bana mısın demiyorlardı. Çoğu zaman ocakta kaynayan kazanları yoktu belki, sobalarından çok az duman yükseliyordu ama birbirlerine olan muhabbetleri öyle sağlam, birbirlerine olan inançları öylesine kaviydi ki nefesleriyle birbirlerini ısıtıyorlardı. Birbirlerine o kadar bağlıydılar ki aynı kaptan yemek yiyor, aynı mekanda onlarca kişi kalıyor, aynı elbiseyi birkaç kişi giyiyordu münavebeli. Gökyüzünün parlak yıldızları gibiydiler, birinin ışığı gidince ötekilerinki aydınlatmaya devam ediyordu geceyi.

Hırs hastalığı bulaşmadığı sürece hayat o kadar güzel ki. Bir zamanlar Tanrı’nın kulu olduklarını biliyor, kulcasına davranıyor, böbürlenmiyor, aşağılamıyor, diğerlerini de kendileri gibi topraktan bir can biliyorlardı. İnsanlık sevgisi öğretilerinin temeliydi, belki biraz da bu yüzden nefret kalplerini taşlaştırmıyor, aralarında selamı yayıyorlardı. Birbirlerini ne vakit görseler gözlerinin içindeki ışık parlıyor, o sıcaklık sohbetlerini harlandırıyor, o sohbetleri zamanın dışına çıkarak bütün varlıklarını erdemle kuşatıyor, dalga dalga çağın ruhuna yayılıyordu. Kendileri için küçük, insanlık için büyük hayaller kuruyor, o hayallerin hiçbirinde kendilerine zafer bahşetmiyorlardı. Hak diyorlardı, hukuk, diyorlardı, adalet diyorlardı ve buna gerçekten inanıyorlardı.

Kibir hastalığı gelip bulmadığı sürece duyular hayatın bütün renklerini hediye eder insana. Tepeden değil, hizadan baktığın için her şeyi yakından temaşa edersin ve yakından bakışın bütün fiyakasını yaşarsın. Başka insanlar da var ve dünya onlarla güzel dersin. Başka renkler de var ve onlarla zengin hayat dersin. Başka bitkiler, başka coğrafyalar, başka ırklar, başka inançlar, başka anlayışlar bambaşka görünür gözüne, gözünün pasını siler, gölgesini alır, gözüne parlaklık ekler. Başkaları önemli olmasa Tanrı yaratmazdı başkalarını dersin. Tanrı yaratmışsa O’nun yaratmasından dolayı bile güzel olmalılar dersin, güzel olduklarına göre sevmeli onları diye düşünürsün. Çocukları, kadınları, hastaları, güçsüzleri seversin. Kendini çağından sorumlu hisseder, tanımadığın insanlara bile hayalinde selam gönderir, selamet dilersin.

Öyleydiler…

Kenarda duruyorlardı. Karınca kadarınca bir şeyler yapıyor, ortada duranların, merkezde olanların yapıp ettiklerine anlam veremeseler de biz olsak şöyle yapar, böyle yapardık diye geceleri hayal kuruyorlardı. Kirli bir çağdı yaşadıkları. İnsanlar insanları öldürüyor, şehirlerin üzerine bombalar yağdırılıyor, birileri yerken ötekiler aç gözlerle onlara bakıyordu. Ayrımcılık, ötekileştirme, zulüm almış başını gidiyor, geriden geriye bütün bunlara bakıp üzülüyorlardı. Bir şeyler yapmalı diyorlardı içlerinden ve yan yana geldiklerinde, bir şeyler yapmalı ve değiştirmeli bir şeyleri. Küçük kımıldanışlarla ama büyük adanışlarla belirledikleri hedefe mütemadiyen yürüyorlardı. Aşağılanıyor, olsun, diyorlardı, Allah’a havale ediyorlardı. Ayrımcılığa uğruyor, adaletsizliğe maruz kalıyor “bu da geçer yahu” diyor, sabra sığınıyorlardı. Kenarda duruyor ama kendilerini geliştiriyorlardı. Kenarda duruyor ama güçleniyorlardı. Kenarda duruyor ama merkeze yaklaşıyorlardı. Yenile yenile yenmeyi öğreniyorlardı. Ezile ezile ezmeyi değil sanki…

Mutlak adalet gram şaşmaz. Sabrettiler, çalıştılar, başardılar. Kenarda değil şimdi her yerdeler fakat birbirlerini tanımıyorlar. Nereye baksak ordalar fakat biraz yukarıdan bakıyorlar elbette. Yukarıdan bakıyorlar; kibirle, hırsla, öfkeyle ve merhamete yabancı… İnsanlık hizasından bakmadıkları için hiçbir şeyin yüzünü göremiyor, hiçbir şeyin gözlerinin içine bakamıyorlar. Aynalardan izin alıp ne vakit başkalarına baksalar, bakmaya tenezzül etseler, bakışları alnın hemen üstündeki saçlara çarptığı için insanı saçtan, hayatı kıldan, dünyayı keçeden ibaret sayıyorlar. Bütün bakışları iğneli, iğvalı, incitici, acıtıcı… Artık dünyayı da insanı da sevmiyorlar. Zamanların hepsi onlara ait olduğu için sabırdan medet ummuyorlar. Kırdıkları için merhamet uğramıyor onlara. Merkeze yerleştikleri için kıyıdakileri görmüyor, göremiyor veya görmeye tahammül edemiyorlar. En çok da bir zamanlar yanlarında olup kıyıdan hiç ayrılmayanlara, her baktıklarında onlarda kendilerini göremeyenlere tahammülsüzler. İdeallerine zaten ulaştıklarını, ideallerinin kendilerinin gerisinde kaldığını vehmettikleri için idealist davranmıyorlar. Hayallerini gerçekleştirdiklerini düşündükleri için hayal kurmuyor, kuranları hayalcilikle suçluyorlar. “Geçmişe mazi derler” diyorlar.

Onlar geçmişe mazi diyorlar, mazi onlara geçmiş olsun…