Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.74
Gram Altın
2454.33
BIST 100
10218.58
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

10 Aralık 2020

Geldik! Gitmemeye imkân var mı?

İnsanın bir Hira’sı olmalı. Çekilmeli ara ara. Dünya telaşından boğulduğunu hissettiği, korkularının altında ezildiği, mazlumların “ah” larının gökleri deldiği, elinden de bir şey gelmediği, ne sözlerin ne de tecrübelerin değerinin kalmadığı, yalan yanlış haberlerle gündemin devamlı meşgul edildiği, medyanın güdümünden çıkmanın neredeyse imkansız olduğu, tuttuğu dalın elinde kaldığını düşündüğü anlarda, işte o ortamlardan uzaklaşabilmeli...

Elini vicdanına koyup kendini sorguya çekebilmeli... Ben neyim, bu hal neyin nesi, bu gidiş nereye diye sorabilmeli... Bir gedik varsa doldurabilmeli... Ayakları yerdeki kaldırımlara takılmamalı... Yalnızlığın acısını iliklerine kadar hissetse de, terk edilmişliği derinlerden yaşasa da, haklarının göz göre göre elinden alındığına şahit olsa da yapmak istediklerinden dönmemeli, asla pes etmemeli...

İnadına yaşamalı hayatı... Daha da güçlenerek, daha da kendinden emin olarak... Her elimi tuttu sandığının ihanetini görse de, her elinden alınmış sandığı hakkının yendiğini bilse de, her yüzüne kapanmış sandığı kapının kapandığını sansa da ardından nice yeni kapılar açılacağını, her zorluğun ardından iki kolaylık olacağını, her şer görünenin ardında hayrın olacağını söyleyene güvenebilmeli...

Güven insanı teslimiyete götüren olgudur. Teslimiyetin olmadığı her yerde, her mekanda, her ortamda şüphe, korku, endişe, kaygı ve hayatı çekilmez kılan aşırı stres vardır. Adalet yoktur, menfaatler önceliklidir. Kaybedecekler menfaat sıralamasına göre önüne alınır.

Hal böyle olunca otomatik olarak düşüncelerde bozulma, algılarda karışıklık, duygularda sapma olur. Halbuki insanın bilgileri hayatına yön veren olmalı değil midir? Bilgiyi kalbe alan duygu değil midir? Duygunun merkezi kalp değil midir? Dünyaya açılan göz de kulak da, düşünmenin merkezi olan akıl da, kalbe tabi değil midir?

Durum basit yaratılmış hayvanlarda da pek farklı değildir. Gördüklerinin, duyduklarının hayat kalitesine ne kadar etkin olduğunu İbn-i Sina aynı yaşta, aynı kiloda, aynı cinste ve aynı yemlerle beslenen iki kuzu üzerinden yaptığı bir deneyin sonucunda bize göstermiştir.

İki kuzuyu iki ayrı kafese koyar. Ancak, yan kafeste de bir kurt vardır ve kurdu sadece kuzulardan biri görebilmektedir. Aylar sonra, kurdu gören kuzu huzursuz, zayıf ve çelimsiz olduğundan ölür. Kurt kuzuya hiç bir şey yapmamasına rağmen, kuzu yaşadığı korku ve stres yüzünden ölmüştür. Kurdu görmeyen diğer kuzu ise oldukça huzurlu olduğundan besili ve kiloludur.

Bu deney zihinsel etkinin, sağlık ve bünye üzerindeki olumlu ve olumsuz sonucunu bize net bir şekilde göstermektedir. Gerekli ya da gereksiz korkuların, endişelerin, kaygıların strese sebep olduğu, bunun da bünyemize hasar verdiği deney sonucudur.

Demem o ki bilgi kirliliğinin hayatın her alanında olduğu ve hayatın her alanında perhize ihtiyacımızın olduğudur. Gerek gözlerimiz, gerek zihinlerimiz, gerek midelerimiz, gerekse düşünce dünyamızın merkezi olan kalbimize gereksiz düşünceleri ekecek görselleri, bilgileri vermemeliyiz. Aksi takdirde her zaman korku senaryolarına açık olacak, yaşanmadan kuzu misali acıları tadacağız.

Yalnız geldik, yalnız da gideceğiz. Ne acılarımızı, ne üzüntülerimizi, ne ağrılarımızı bizim adımıza çekebilecek ikinci adres yok. O halde kendimize bu kadar acıları yaşatmamalı, tadı olan ne varsa tatma derdinde olmalıyız. Olmadı Hira’mıza çekilmeyi bilmeli, yalnızlığın tadını yudum yudum içebilmeliyiz. Aksi takdirde her derdin tek sahibinin kendimiz olduğunu, dermanının da olmayacağını düşünebiliriz.

Geldik! Gitmemeye imkan var mı? İkinci şansımızın olmadığı dünyaya geldik, arkada hoş seda bırakarak güzelliklerle ayrılabilmeli, boşluğu hissedilen olabilmeliyiz. Gerisi mi? Gayrısı hikâye...