Dolar (USD)
32.27
Euro (EUR)
35.08
Gram Altın
2473.52
BIST 100
10458.1
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

03 Ocak 2019

Gerçeğin şakağına namlu dayamak

‘Dünyanın Gözünde Atatürk ve Türk Aydınlanması’ konferansına katılan Prof. Dr. İlber Ortaylı, ko-nuşmasının bir kısmında günümüz eğitim sistemini değerlendiriyor. Sivil eğitimin başarısız özellikle de ‘sandviççi dükkanı’ gibi açılan özel eğitim kurumlarının mevcut durumunun ‘feci bir şey ve tahlil edilmemiş bir sorun’ olduğunu belirtiyor. Cumhuriyetin ordudan başka temel bir kurumu olmadığını ve bu vaziyeti dolayısıyla zayıflatıcı, dejenere edici operasyonların hedefi olduğunu dile getiriyor. Modernleşme şayet insanın kalitesini değiştirmekse bunun başarılı şekilde sadece askeri eğitimde becerilebildiğini talebelik, hocalık deneyimlerine referansla temellendiriyor Ortaylı.

Kamuoyu, konuşmanın özellikle ‘sandviççi dükkanı’ benzetmesiyle eleştirilen özel eğitim kısmına dikkat kesildi. Lakin hüküm koyucu tarzda yapılan bu konuşmanın satır aralarına, dile gelmeyen ön kabullerine bakmamızın daha sağlıklı olacağını düşünüyorum. Malesef bizim ülkemizde, tıpkı İlber Ortaylı’nın bu ko-nuşma vesilesiyle yaptığı gibi, belirli bir alandaki otoritesine yaslanıp iki-üç gerçeği de payanda kıldığında her türlü kayıtsızlıkla konuşabileceğini düşünmek gibi bir alışkanlık var. Bu alışkanlığı kısaca; mevcut duru-mun ve gereklerinin ne olduğundan ve neyi icbar ettiğinden ziyade kimsenin itiraz etmeyeceği bir kaç hu-susu arzusu-isteği namına payandalaştırma/paravanlaştırma gayreti olarak tanımlamak mümkündür. Alışkanlık bu olunca Türkiye, tabiri caizse ‘arzular şelale’ halinde bir gerçeklikle savaş dünyasına dönüşür. Kamu politikaları, aşamaları belli bir takım çözüm çabaları olmak yerine gerçeğin-hayatın şakağına dayatılan birer namluya dönüştürülür. Hayat, tehdit edilerek boyunduruk altına alınmaya çalışılır.

Örneğin otoritesinin sınırlarını kavramakta zorlandığımız İlber Hoca’nın yukarıdaki konuşması. Eğitim sis-temimiz başarısız, doğru. Özel eğitimdeki bu işletme mantığı yanlış, doğru. Ancak bu doğrulardan hareketle el çabukluğuyla ihdas edilen hükümlerin gerçekliği doğru mu? Modernleşme insan kalitesini değiştirmek midir? Değiştirmekse şayet ne tür değişimden bahsediyoruz? Askeri eğitimimizin başarı ölçüsü nedir? Yaşam biçimi ve değer dünyası ile bir anlamda içinden çıktığı topluma karşı konumlanan ve toplumu fethedilmesi gereken bir ‘düşman’, biçim verilmesi gereken bir ‘nesne’ olarak görmek mi başarıdır? Var olduğunu söylediğimiz başarıyı nasıl tespit ettik? Cumhuriyet’in ordudan başka temel bir kurumu olmadığını söylemek ne demektir? Türkiye’deki vesayet düzeninin temel dayanağı olan bu ön kabul rejimi halka karşı konumlandırmakta değil midir? Ordunun bir takım zayıflatıcı, dejenere edici operasyonlara hedef olması başlı başına onun Cumhuriyet’in temel kurumu olmasından mı kaynaklanmaktadır yoksa devlet-toplum ilişkimizin çarpıklığından mı kaynaklanmaktadır? Bu çarpıklıktaki asli ve belirleyici pozisyonundan mı kaynaklanmaktadır? Sivil eğitime ve özel eğitime dair başarısızlık ne tür başarısızlıktır örneğin? Yıllar önce dile getirdiğiniz ve Cumhuriyet’in taammüden kastederek ortadan kaldırdığı ‘ikincil eğitim kurumları’ (örneğin tekkeler..) mevzusu bu başarısızlığın neresine oturmaktadır? Başarısızlık devlet-toplum ilişkisinden, eğitim sisteminin yürütülüş biçiminden, geçerli kılınmış bilgiden, imamın karşısına rakip olarak çıkarılan ‘ajan’ öğretmenden bağımsız ele alınabilir mi?
İşin bu kısımlarını uzatmaya gerek yok. Hoca askeri eğitimin başarısını ve Cumhuriyet’in yegane kurumu olarak orduyu ileri sürerken sanırım bu iki hükmün aynı zamanda Cumhuriyet pratiğiyle test edilme çağrısı, yargılama davetiyesi olduğunu hesaba katmıyor. Şayet eğitimi başarılı ve Cumhuriyet’in tek temel kurumu ordu içerde kendisi gibi bir takım güç merkezleriyle her an elinden alınıp gidebilecek bir iktidar mücadelesinde değilse Cumhuriyet pratiğimizin bu evlere şenlik hali nedir öyleyse? Devletin yönetim pratiği niye bu halde, ulusal ve küresel ilişki ağı niye böyle? Askerin dünya, bölge ve ülke okuması bilmediğimiz, yaşamadığımız bir şey değil ki? Seviyesi, niteliği ortada. Toplumun genel vaziyetinin bırakın önünde olmayı meşruiyetini dayandığı baskı aygıtları üzerinden alan temel kurumun ve onun eğitiminin konumu itibariyle tahripkar ve sorun üretici olduğu rahatlıkla görülecektir.
Hal bu iken başkasının eksiğinden-yanlışından hareket ederek kendimizi otomatikman doğru olarak kodla-mak kendimizi kandırmaktır. FETÖ’nun varlığının ve orduya dönük operasyonlarının yanlış olması başka birşey bu yanlıştan hareketle ordunun ve ordudaki eğitimin nasıl başarılı olduğunu söylemek bambaşka birşey. Özel eğitimin, sivil eğitimin iyi olmadığını söylemek doğru ancak bu doğrunun ardından askeri eğiti-min nasıl da başarılı olduğunu söylemek kusura bakılmasın devlet-toplum karşıtlığında şekillenen bir çatışmada imtiyaz bloğu lehine irade beyan etmektir.

Türkiye kendi imtiyaz arayışlarını, arzu ve isteklerini gerçekleştirmek için iyiyi, doğruyu ve gerçeği payanda kılmak isteyen alışkanlığı bertaraf etmedikçe aynı yolun yolcusu olmaya devam edecektir. Bu kadar basit!