Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.89
Gram Altın
2393.19
BIST 100
10203.22
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

23 Temmuz 2023

Göbeklitepe'de Tasavvufî Öğeler

On iki bin yıllık geçmişi ile dünyanın en eski tapınağı olarak kabul edilen Göbeklitepe'nin keşfedilme hikâyesi de en az bu ören yeri gibi gizemli ve maceralı olmuştur.

Göbeklitepe'yi anlamak için arazinin asıl sahibi Mahmut Yıldız ile bir söyleşi gerçekleştirmiştik. Urfa merkeze bağlı Örencik köyünde ikamet eden Mahmut Yıldız, dindar biri olduğu için herkes ona “Sofi Mahmut” diyor... Yetmiş yaşlarında olan Mahmut Yıldız, babası İbrahim ve amcası Şavak Yıldız ile başlayan Göbeklitepe’nin keşfi hikâyesini bize şöyle anlatmıştı:

“1986 yılı idi. Biz burada tarım yapıyorduk. Daha doğrusu burası tarlamızdı. Mercimek, buğday bazen de arpa ekiyorduk. Tarım yapmadığımız arazide ise hayvanlarımızı otlatıyorduk. Biz, bu bölgede tarım yaparken buranın kutsal bir yer olduğunu biliyorduk. Bugün dikili taşların çıktığı bölgeyi de dedelerimiz etrafını taşla çevirdikleri için burayı sürmüyorduk. Hayvanlarımızı da burada otlatmıyorduk. Çünkü her gün ziyaretçisi vardı buranın.

Tepenin her yerinde rastlanan kireçtaşı blokları, bize buranın bir mezarlık olduğu kanısını uyandırmaktaydı. Göbeklitepe’de toprağın yapısı, yığma toprak olduğu için diğer arazilerden hemen fark ediliyordu. Ayrıca burası bilinmeden önce bölge halkı tepedeki dilek ağacının altında toplanıp dilek tutarlardı. Dilek ağacının olduğu yerde taşlarla çevrili iki mezarlık vardı. Burası, tapınaklar bulunmadan önce bölge halkı tarafından ‘Ziyaret’ olarak anılıyordu. Bölge halkı tepede taşlarla çevrili iki eski mezarın yanı başındaki asırlık ağacın duldasında toplanır, adak adar, kurban keserlerdi. Bizim köy halkı buraya Kürtçe olarak ‘Gıre Mıraza’ diyorduk. Türkçesi ‘hastaların tepesi’ anlamındadır.”

Göbeklitepe sakini Mahmut Yıldız amcanın diline tercüman olalım. Göbeklitepe’yi, halk diliyle değil hâl diliyle anlatalım. Burası derde devâ arayanların tepesidir. Yöre halkı burada sunulan adakların dertlerin giderilmesine, dileklerin gerçekleşmesine faydalı olduğuna, olacağına inanmış. Civar köylerden ve kasabalardan da buraya dertlerine deva bulmak için gelenler oluyormuş. Mızar’dan, (Karakeçi), Harran’dan ve Hilvan’dan da buraya gelenler çokmuş.

Tapınak ören yerinin işaretleri kaybolmuş olsa da, ritüelleri derinden akan bir nehir gibi, binlerce yıl öncesinden bugünlere süregelmiş. Tıpkı Atargatis kültü gibi, Sin tapınağı gibi…

Mahmut Yıldız konuşmasının devamında şu önemli hatıratı da aktardı.

“Amcam 1986’da burada çift sürürken tarlada iki tane eser buldu. Her biri elli kilo ağırlığında idi taşların (heykel). Bulduğumuz taşları müzeye götürdüğümüzde müze müdürü, arkeolog olmadığı için tarihî eser olan bu taşın kireç taşı olduğunu söylediydi. Bu taşı müze envanterine almayıp geri götürülmesini istemişti. Amcam da ‘ben bir defa bu taşı getirdim, bir daha köye geri götüremem, yolda çöpe atarım’ demişti. Amcamın bu tepkisi üzerine müze görevlileri bu ilk heykelleri almak zorunda kalmıştı. Heykeller, müze bahçesinde atıl bir durumdaydı.

Daha sonra o taşların değerinin bilinmesi üzerine bölgede yapılan kazı çalışmasıyla Göbeklitepe, dünya tarihine ışık tutan bir yer olarak keşfedildi. 1986 yılında 4-5 yıl bu eserler müzede kaldı. Daha sonra Alman arkeologlar, Urfa müzesinde amcamın vermiş olduğu taşları bahçede atıl bir vaziyette görüyor. Kısa zaman sonra da buraya gelip keşif yaptılar. 1992 yılında da kazı başladı.”

Aslında bu bölgede 1960 yılında Şikako Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi ortaklaşa bir yüzey araştırması yapmış ve bilimsel raporlarını bilim dünyasına, arkeoloji dünyasına sunmuşlardı. Buradaki heykeller-dikili taşlar merhum Şavak amcanın sabanına takılmasaydı belki de hiç bilinmeyecekti. Yine bir tesadüf daha Şavak Amcanın yeğeni Mahmut Yıldız’ın ifadesiyle Nevali Çori, Atatürk Barajı altında kalmadan önce burada kazı ekibinin şoförlüğünü yapan yeğenleri varmış. Onun aracılığıyla Dr. Claus Schimtd’e durum aktarılır. Örencik köyünde bulunan iki heykelin Urfa müzesi bahçesinde atıl vaziyette olduğunu bildirir.

Sayılarının 20 kadar olduğu bilinen ve çapları 30 metreye ulaşan bu dairesel blokların orta yerinde, boyları beş metreye ulaşan T biçimli iki büyük kaya bloku var. Bu blokların şimdiye kadar altısı ortaya çıkarılmış. Ama arkoeologlar bu sayının ileride iki yüz civarında olabileceğini vurguluyorlar.

Gerek arkeologlar, gerek tarihçiler ve gerekse de din adamları buradaki anıtsal yapının Kudüs’teki Kubbetüssahra ve Mekke’deki Kâbe yapılardan binlerce yıl önce yapılan insanlığın ilk kıblesi düşünüyor. Göbeklitepe bir yerleşim yeri değil, Örencik köyü de buraya çok uzak ve köy sakinleri de buranın için bir ‘ziyaret’ yeri olarak dedelerinden biliyorlar.

Demek ki Göbeklitepe Fırat-Dicle havzasındaki avcı-toplayıcı insan topluluklarının

adaklarını sunmak için geldikleri bir kutsal mekân ya da bir tapınaktır. Bundan kırk elli sene evvel Göbeklitepe’deki dilek ağacı dultasında toplanıp dilek tutan, kurban kesip adak adayanlarla dolup taşarmış.

Arkeolojik buluntular ortaya çıkmadan önce, bölge halkı Göbeklitepe'deki taşlarla çevrili iki eski mezarın yanında bulunan asırlık ağacın altında toplanıp dilek tutar ve kurban kesip adak adayanlarla dolup taşarmış. İnsanlar, burada tuttukları dileklerin gerçekleşeceğine çok inanırlarmış