Dolar (USD)
32.26
Euro (EUR)
35.03
Gram Altın
2465.12
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

17 Haziran 2013

Gösterilerin süblimasyon dili


Taksim'deki olaylara polis tarafından müdahale edildi. Daha önce bu sütunu takip edenler hatırlayacaklardır ki, meselenin çok boyutlu üst üste çakışan yönlerine dair analizlerde bulunmuş idik. Bu analizlerde siyaset dışı enstrümanların siyasete dahil edilmeye çalışıldığını söylemiştik. Şimdi bu olaylar sırasında yaşanan bazı enstantaneler üzerinden meselelere tekrar bakalım.

Bazı gazeteciler bunu dünyanın en barışçıl gösterisi olarak adlandırmaya devam ediyorlar. Sonunda bize bakıye olarak kalan yakılmış arabalar, işyerleri, kamu mallarına verilen zararlar, bu hareketlerin hiç te barışçıl sonuçlar üretmediğini gösteriyor. Yakıp yıkmak ve vandallık üzerine kurulu bu gösterilere, muhalefetin verdiği destek de pek barışçıl tavırlar içermiyor. Küfredenlere vekiller para dağıtıyor. Gerçekten bu tip insanların bulunduğu bir partinin iktidara talip ve ona hazır olduğunu düşünebilir misiniz?

Olaylar sırasında söylenen sıradan sözleri daha fazla önemserim. Çünkü onlar zihni bilinçaltını ele verirler. Hadi Freudyen terimlerle konuşalım: Bastırılmış olanın sırası gelince tekrar günyüzüne çıkmasıdır o sözler aslında. Bu olaylar sırasında Kabataş'da bir kadına ve bebeğine reva görülen insanlık dışı muameleler zaten insanın kanını donduracak cinsten. Bir insanın üzerine işemek. Bu, herhalde savaşta bile yapılmaz. Bu muamelelere reva görülen kadın, kendisini tekmeleyen kişinin "ulan bu memleketin sahibi biziz, anlamadınız mı" şeklindeki ifadesinden bahsediyor. İşte süblime edilen gerçek düşünceler bunlar. Ve bence gösterilerin arkasındaki temel motto bu. Demek ki, Allah vermesin bir kargaşa anında, bu tür muameleler insanlara reva görülebilecek. Açıkça söyleyeyim; çok ürkütücü.

Evet, demokrasi sadece seçim demek değildir. Ama bunu söyleyenler, demokrasi dışı yöntemlerle her şeyi yapmanın kendilerinin hakkı olduğunu ifade etmeye çalışıyorlarsa-ki öyle anlıyoruz- şunu söylemek gerekir ki, seçimler meşruiyetin temelini oluştururlar. Türkiye'nin sahibi bu ülkede yaşayan herkestir; hiçbir mezhep, din, görüş ve düşünce ayırt etmeden. Ama bu memlekette yıllardır ezilen, itilip kakılan, her türlü hakları gasp edilen insanlar ve onların yaşam tarzları var. Peki niye yıllardır hiç te öyle olmadığı halde, sadece bir tek yaşam tarzının tehlikede olup olmadığı konuşuluyor?

Bu gösteriler sırasında İhsan Eliaçık da "takke düştü kel göründü" sözüne uygun gerçek yüzünü ortaya çıkarmış ve aslında ne kadar da aklın kenarına ve dinin marjinal noktalarına düştüğünü göstermiştir. Biz kendisini o kadar anlatsak bunu beceremezdik. Tutarsızlık ve hırsın bir abidesi olarak ortaya çıktı adeta. Dinde o yok bu yok, kandil yok derken, siyaseten kandilin de olabileceğini bize anlattı. Aslında bize; "ne söylediğime pek aldırmayın, bugün yok dediğime yarın var diyebilirim" şeklinde bir mesaj gönderdi. Dinin ve dini argümanların, nasıl da kişisel hırslar uğruna tarumar edilebileceğini bize anlattı. Üzerine işenen kadın için yaptığı yorum da, "insan hakları" konusundaki barışçıl (!) bakış açısını bize göstermiş oldu. Ancak bu kadar söyleyeyim. Aslında üzerinde bu kadar durulmaya bile değmeyecek bir fenomendir.

Öntarafta mebzul miktarda sanatçıların da boy gösterdiği gösteriler için, gazeteler de hukuksuzluk ve saldırı dilini benimseyen bir üslupla yaklaşmışlardır. Yapılan işlerin, muhalefetin de bir değere sahip olması gerekir. Pankartlar, yazılan küfürler bize Türkiye'nin daha önemli bir sorununu daha gösterdi. Bu tür gösteri sortileri, dışarıdan desteklerle devam edeceğe benziyor. Barış ortamının devam etmesi en büyük temennimizdir.

Bu yaşadığımız olayların önemli olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple Taksim'in dilinden başlayarak, Taksim'den toplum ve hükümet için çıkarılacak derslerle konuya devam edeceğim.