Dolar (USD)
32.29
Euro (EUR)
34.64
Gram Altın
2398.18
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

06 Nisan 2020

Gül bahçesinde gül açar çocuklarımız!

En kavî silahları üretip kendimizi yok ettiğimiz zamanlarına erdik dünyanın. Nasıl bir savunma sistemidir bu, aklın ermediği. Kendi hayatımızın devamlılığı için başka canların ölümüne sebepler büyütüyoruz. Başımızı çevirip baktığımız her yerde yüreğin dayanamadığı acılar çepeçevre kuşatmış her yanımızı. Öldürdüğümüz her canda kendimizi öldürdüğümüzün farkına varmadan yürüyoruz ölüme. Şimdi merkezinde duruyoruz acının.

Bu halimize nedenler bulmaya çalışıp madde madde sıralayıp en şiddetlisi hangisi diye bir seçim yaptığımızda bile çaresizliğimizi koyuyoruz en başa.

En büyük acımız, çaresizliğimiz...

Bahar dediğin umuduydu yaşamın. Bir çiçeğin toprağı yarıp dünyaya merhaba dediği yerdi. Bağrından cemreler düşürüyordu havaya, suya ve toprağa. Gecenin en karanlık anında saklıydı en temiz, en güzel aydınlık. Güneşin müjdesi, sabahın habercisiydi.

Gel gör ki, yalancı baharlar doğdu şimdi kendi elimizden. Kanayan yaralarımızın bedeli oldu kendi elimizle yaptıklarımız. Cemre niyetine bombalar saldık havaya, suya bebekler düşürdük, toprağa bütün insanlığımızı gömdük.

Görmek en büyük erdem olarak boy verirken hayat denizinde, kendi bencilliğimizde boğduk onu. Edebiyat kokan, paçalarından felsefe akan okkalı sözlerle süsledik yanılgılarımızı. Nefsimizin öğretmeni olacağımız yerde kölesi olduk. Yüreğimizin üstünü örtmeyi, uykuya dalmasını yeğledik. Uyuyan yürek, uyanık düşmana yenik düştü.

Pişmanlığımız bile pişmanlık duyar oldu bizden. Dilimizde bir türkü olarak kaldı umutlarımız. Yüreğimiz ile dilimiz farklı tonlarda konuşuyor ve bu vicdanımızı yaralıyor.

Kardeş dediğin elinden, dilinden emin olunandı. Şimdi hangi kardeşinin kanı duruyor elinde? Hangi sözün bir bomba tesiri kardeşinde? Cevaplarını çok iyi bildiğimiz sorular mezarlığı zihnimiz.

Bir karınca yürüyor ayaklarımızdan beynimize. İçimizi kemire kemire. Kalbimize yığılıyor dünyanın bütün taşları.

Nurullah Genç’in Rüveyda’ya Ağıt şiirindeki dizesi tokmak gibi iniyor beynimize:

“Öldüren ben, ölen sen, kabirde yatan benim!”

Kabil ile Habil’den bize kalan bu mirası yok saymanın arefesindeyiz. Ya kardeşimizin katili olarak elimize bulaşan kan, kaderimiz olarak alnımıza yazılacak, ya da yarasına pansuman olacak elimiz kardeşimizin.

Haydi, gelin kardeşlik hukukumuzu yeniden tesis edelim. Krizi fırsata çevirip, el ele verip bize emanet olan ve bizde emanet duran ruhumuzla şu güzelim dünyayı gül bahçesine çevirelim.

Kardeşlik hakkına, dostluk hatırına, dünyanın en masum güzelliği çocuklarımıza aşk ve sevgiyle yoğurduğumuz bir dünya bırakalım. Yaşamak için en anlamlı sebebimiz olarak kalsın bizden geriye bu güzellik.

Kendimizden vazgeçsek bile geleceği aydınlık olan bir neslin tohumlarını ekelim dünyanın umut toprağına. Güzel gülüşleri olan kuşları salalım tertemiz gökyüzümüze. Ki o kuşlar umudun ebabili olsun, gül sunsunlar çocuklarımıza ve bir çocuğun en masum bakışına gizleyelim aydınlık geleceğin umutlu gülüşlerini.

Yarına umutla bakan çocuklar büyütelim, gül bahçesine çevireceğimiz dünyamızda. Çocuklar gül kokarsa güzellik dolar dünyaya. Şimdi başlayalım, yarına bırakmayalım bu güzel düşü.

En güzel düşlerimizi gerçeğe dönüştürmek için üstümüzdeki bencillik örtüsünden sıyrılıp fedakârlık ve sevgi postuna bürünelim.

Haydi, uyanalım. En güzel düşlerin sebebi olarak… Çocuklarımız bunu hak ediyor ve unutmayalım:

Gül bahçesinde gül açar çocuklarımız!

Vesselam!