Günaha Son Çağrı
Yunanlı yazar Nikos Kazancakis'in 1953 tarihli romanından uyarlanan “Günaha Son Çağrı” adlı filmi izlediniz mi bilmiyorum? Bugün izleyenlere de izlemeyenlere de film hakkında bir iki hatırlatma yapma niyetindeyim.
Çünkü filmde, yaşadıklarımızla alakalı
ibretlik diyebileceğim birkaç enteresan sahne var. Neticede 2 saat 44 dakikalık
bir filmden bahsediyoruz. Dolayısıyla bir bütün olarak değerlendirmek biraz
vaktimizi alabilir.
Özgün adı “O Telefteos Pirasmos” olan
roman, 1960 yılından itibaren “The Last Temptation
of Christ” adı ile yayımlanmaya başladı. 1988 yılında da filmi çekildi.
Yönetmenliğini Martin Scorsese’nin yaptığı
filmde, Danimarkalı yönetmen Larsvon Trier'in filmlerinden tanıdığımız başarılı
oyuncu Willem Dafoe de İsa rolünü oynuyor.
Harvey Keitel’i Yahuda rolünde, Barbara
Hershey’i de Mecdelli Meryem rolünde görüyoruz.
Peter Gabriel’in Passion albümünden alınan film
müziği ise gerçekten muhteşemdir.
Yunanlı yazar olan Nikos Kazancakis,
Nietzsche’den etkilenmiş bir yazardır. Bu
eseriyle Rum Ortodoks Kilisesi tarafından dinden aforoz edilmiştir. Kitap Roma
Katolik Kilisesi tarafından da yasaklı kitaplar listesine alınmıştır.
Veİtalya, Yunanistan ve Rusya’da bu
filmin gösterimi yasaklanmıştır.
Öyle ki Kazancakis 1957 yılında öldüğünde
Ortodoks Kilisesi defin izni vermiyor. Bu yüzden cenazesi Kandiye'yi çevreleyen
Venedik surlarının dibine gömülüyor.
Kazancakis ise ölmeden evvel; “Bu
kitabı yazmamın nedeni mücadele eden insana ulu bir örnek vermek isteyişimdir. Bu
kitap mücadele eden herkesin itirafıdır. Yayınlamakla ödevimi yaptım” demiştir.
Film, elbette İslam inancına göre
bakıldığında çok saçma bir kurguya dayanıyor. Ancak karşımıza çok farklı bir İsa
figürü de koyuyor. Ve tamamen insani tarafını ve özelliklerini gözler önüne
seriyor.
Ölümden korkması, cezalandırılmaktan kaçmak
istemesi, kandırılması, dans edip eğlenmesi, genelev sahnesi vs.
En çarpıcı repliklerinden biri; “Ben insan ruhunun özgür olmasını istiyorum”
sözüdür.
Çölde önce yılanla (kadın) ardından aslanla
(özbenliği) sonra da ateşle (şeytan) sınanıyor ve hepsiyle baş ediyor. Ve
sevginin en büyük silah olduğunu bilerek eline aldığı balta ilegerçek dünyaya
dönüyor.
Çünkü ona göre dünya, şeytan ile savaşın gerçekleştiği
bir meydandır. Sevmenin de bu şeytani güce karşı bir başkaldırma olduğunu
haykırıyor. Ne var ki çarmıhta bile yine şeytan tarafından kandırılmaktan
kendini kurtaramayacaktır.
Şimdi gelelim benim dikkatimi çeken
iki sahneye;
İsa kendi köyüne Nasıra’ya döndüğünde
karşısında zengin din adamları, elitler ile fakir insanları aynı karede
görüyor.
Onlara seçilmiş kişi olduğunu
söyledikten sonra “Elinizdeki gümüş,
altın her neyse bir zaman sonra sizinle birlikte çürüyüp gidecek neden onları
şu fakir insanlara vermiyorsunuz” diye seslendiğinde din adamları onunla
dalga geçiyor ve İsa’ya deli muamelesi çekiyorlar.
Günümüzde de öyle değil mi?
Bugün fahiş fiyat artışlarının yaşandığı,
ekonomik olarak zorda kalmış insanların çoğaldığı bir dönemde zengin
dindarların fakirler için kampanyalar düzenlememesi gibi garabetle karşı
karşıyayız. Haluk Levent adlı
bir sanatçı çıkıp ülke genelinde kampanyalar düzenliyor, darda kalmışlara
yardım elini uzatıyor ama ne zengin dindarlardan ne de Müslüman din adamlarından
ne de dindar sivil toplum örgütlerinden bu konuda ses çıkmıyor.
Diğer bir sahne ise daha hazin;
Bedel ödeyen, büyük acılar çeken İsa, yıllar
sonra bir yerden geçerken birinin kendi adını kullanarak vaazlar verdiğine
şahit oluyor. Kulak kesildiğinde ise, adamın dediklerinin yalan üzerine
kurgulanmış bambaşka bir inanç biçimi olduğunu görüyor.
Adamı bir yerde sıkıştırarak,
söylediği her şeyin yalan olduğunu haykırıyor. “Hayır, ben böyle bir şey yapmadım ve söylemedim” dese de artık
kimse ona inanmıyor!
Çünkü gerçek İsa’nın yapıp ettikleri,
ya da öğütleri; ağır bedeller gerektiren ve taşınması zor yükler.
Oysa adam, etrafına topladığı insanlara bir
konfordan bahsediyor. İsa’nın üzerinden bir konfor elde eden insanlar da buna o
kadar çok alışıyorlar ki(işlerine öyle geliyor) artık karşılarına dikilen
gerçek İsa’nın ne sözlerine itibar ediyorlar ne de ona inanıyorlar.
Bu sahneyi bugün yaşayan Müslümanlara uyarlayalım mı? O yüzden bu sahne hakkındaki yorumu siz değerli okurlarıma bırakıyorum.