Dolar (USD)
32.54
Euro (EUR)
34.85
Gram Altın
2420.37
BIST 100
9742.87
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Hakikat niçin önemlidir?

Göreliliğin egemen olduğu bir çağda yaşamaktayız. Dolayısıyla “bağlam” koymadan yargıda bulunmak çok geçerli bir söyleme biçimi değil. Fakat göreliliğin önümüze getirdiği handikap ise, insanın bir başlangıç noktasından mahrumiyeti şeklinde gerçekleşmektedir.

Bilgi tabakalaşması açısından alt katmanda bulunan insanlar, meselenin bu teorik boyutuyla ilgili değiller. Hatta bunu entelektüel bir fantezi olarak değerlendiriyorlar. Onlar meselelerin kendilerine kadar inen boyutuyla ilgililer. Aslında bugün ilgisizlik, duyarsızlık, bencillik, biyolojik yaşama odaklanma, hazcılık vb. şeklinde tüm toplumsal katmanlarda yaşanan sorunlar bu teorik tartışmaların birer sonucu.

Tam da bu sebeple “Hakikat”e dair tüm yazı ve söylemlerle birebir ilgiliyim. Zira “hakikat”i hiç kaybetmemem gereken bir kavram olarak düşünmekteyim. Peki hakikat niçin önemlidir? Çünkü “bir şeyi diğerlerinden ayıracak şekilde kendisine özgü varlığı ve bu varlığından mülhem onu kendisi kılan tabiatı, mahiyeti” şeklindeki tanımı baz aldığımızda bir şeyin ne ise olduğu gibi tanınması ve tanımlanmasının, doğru bir hayat için elzem olduğu anlaşılacaktır.

Yukarıdaki tanım bir yandan Farabi’nin “bir şeyin kendine özgü varlığı” ya da Cürcani’nin bir şeyi kendisi yapan şey” şeklindeki hakikat tanımlarını ihtiva ederek daha da genişletmektedir. Bu durumda bu dünyada yaşayan bir insan olarak gerek nesneleri gerekse onu aşan tüm varlıkların mahiyetini tanı(mla)maya çalışmak gibi bir ödevim bulunmaktadır. Çünkü insan ve eşyanın anlamına dair bir sap(tır)ma her şeyden önce insanın gerek nesneler, gerek kendisi gerekse tüm bunları aşan varlık dünyasıyla yanlış bir ilişki kurmasını sonuçlayacaktır.

Hz. Adem’den (AS) bu yana tüm peygamberlerin ve kutsal kitapların hatırlattığı nokta bu olmuştur. Peygamberler ve kutsal kitap, insanın, varlık dünyasının ve nesnelerin anlamlarını belirtmişlerdir. Bu sebeple “eşyanın isimlerinin öğretilmesi” insana yönelik Tanrı’nın gerçekleştirdiği ilk işlemlerden birisidir. Tarih boyunca toplumlarda bu yöndeki saptırmalar peygamberler ve kutsal kitapların uyarısına konu olmuşlardır. Doğrusu bugün kutsal kitabın temel odak noktası da burasıdır.

Modern zamanlardaki kırılmanın doruk noktasını Aydınlanma düşüncesi oluşturmaktadır. Aydınlanma ile insanın kendi yetilerinin farkına vardırılması olumlu bir sonuç olsa da, neticede modern dönemdeki en önemli kırılmanın insanın kendisini “anlam verici” sıfatla Tanrı’nın yerine konumlandırması olduğunu söyleyebiliriz. İnsan aklı tüm varlık dünyasını kapsayabilecek kategorik bir tümellik göstermez. Hegel’in “akli olan gerçektir; gerçek olan aklidir” şeklindeki postülası bugün gelinen noktada geçerliliğini yitirmiştir.

Kant’ın “kendinde şey”i dışarıda bırakarak fenomenler dünyasına odaklanışı, belirli oranda haddini bilse de tüm varlık dünyasını kapsayan bir yaklaşım değildir. Ancak Kant etik, sanat ve din alanında birden farklı bir düzlemden konuşmaya başlamaktadır. Üstelik sürekli ödev olduğu için bir şeyi yapmak, “iyi”ye yabancılaşmayı da getirmektedir.

Postmodernler ise her şeyi göreliliğe mahkum ederken, “hakikat”i parçaladılar ve sübjektif hale getirdiler. Bunun üstelik özgürlük getirdiğini iddia etmektedirler. Halbuki “hakikat”in kaybedildiği bir dünyada, her şey yanyana sıralanırken onlar arasındaki tercih “doğru”luk kriteri ile değerlendirilemez. Burada Derrida’nın dediği “fark” kavramı ise onlar arasında “anlamlı” bir değişikliğe vurgu yapmaz. Hele varlık dünyasının hakikatine dair hiçbir şey söylemez.

Durmadan Tanrısal hakikatin devrinin bittiğini söyleyenler, dikkat ediyorum sürekli varlık dünyasının anlamını çarpıtmakla meşguller. Diyeceğim şu ki; bu sizin başarabileceğiniz bir şey değildir.