Dolar (USD)
32.34
Euro (EUR)
34.82
Gram Altın
2384.87
BIST 100
10252.2
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

20 Kasım 2014

'Halk İhtilali'ni hırslarımıza kurban mı edeceğiz?

Türkiye'de siyasi atmosfer hep kırılgan, hep hassas bir düzlem üzerinden seyrediyor. "Tamam, şimdi normalleşti" dediğimiz an karşımızda bir sürpriz buluveriyoruz. 27 Nisan e-muhtırasına karşı tarihimizde ilk kez sivil siyasetin vesayet düzenini karşısına alarak dik durmasının ardından "müesses nizam bitti" en çok tekrarlanan cümleydi. Ardından yapılan 12 Eylül Referandumu'nda aynı cümle ağızlarımızdaydı. Kulaklarımızda bu sesin yankısı devam ederken 17/25 Aralık girişimleri oldu ve yakinen bildiğimiz fasit dairenin içinde yaşamakta olduğumuzu acı bir şekilde görüverdik.

Yerleşik alışkanlıkların, siyaset tarzlarının egemen olduğu bir siyasal-kültürel evren içerisinde şekilleniyoruz. Toplumun tüm bileşenleri hatta en keskin muhaliflerimiz bile kültürel genetiğin taşıyıcı özneleri olmaktan kurtulamıyorlar. Siyasi atmosfer kırılgan ve nazikleştikçe siyasi aktörler olarak kendimizi tedirgin, güvenliksiz ve ötekine dikkat kesilmiş bir konumda buluyoruz. Öteki'nin doğrudan tehdit olarak belirdiği bu anormallik durumu komplikasyonları ile bizi bir çıkmazın içine yuvarlayıp bırakıyor. Öteki ile kabul edilebilir bir gerilimdeki ilişkiye set çektiği gibi kendi içimize dönük sorgulamayı, eleştiriyi ve tartışmayı da engelliyor. Adeta sözün anlamını yitirdiği, politikaların anlamsızlaştığı uzun süreli türbülanslara yakalanıyoruz. Kimsenin kimseyi duymadığı, duymak istemediği ve duysa bile yanlış anladığı olağanüstü hal şartları.

Tehdit algılaması kritik eşikte seyreden Hükümet ile Hükümet'in varlığını hedef alan Muhalefet arasında sıkışan, İsa'ya da Musa'ya da yaranamayan, sınırın sıfır noktasında olup iki tarafa da ait olmayan ya da taraflardan birisine ait olup karşı mahalleyi suçlamak, mahku00fbm etmek yerine kendi mahallesine eleştiride, uyarıda bulunmak isteyenlerin elini kolunu bağlayan, onları sözünü esirgemeye zorlayan, hep "şimdi değil" modunda tutan yabancılaştırıcı bir iklim.

"Şimdi söylemeliyim" diye motive olmuşken patlak veren bir gelişme mahalleler arasındaki yangını körüklemekte ve söylenecek her söz sevimsiz, zamansız bir şeye dönüşüvermektedir.

Yükselen gökdelenleri eleştiri yapmaya hazırlanırken 27 Nisan e-muhtırası çıkıverir karşınıza. "Dershaneler, eğitim" tartışması çıkar, "Dostum, bu iş böyle olmaz" diye söze başlamak üzeresinizdir, birden 17/25 Aralık fırtınası kopar söz kursağınızda kalır. "Zorunlu Din Dersi, Alevilik" meselesi açılır, dönüp Hükümet'e tam da "Arkadaş, bu ne iş" diyeceksiniz, hop İŞİD Kobani'yi kuşatmaya alır, 6-7 Ekim olayları patlak verir, cümleniz havada asılı kalır.

Safları sıklaştıran iç-dış gelişmeler bitmiyor. Sürekli kursağınızda kalmış, boğazınızda düğümlenmiş zamanını bekleyen kaplara girmemiş eleştirilerinizin-uyarılarınızın ağırlığı altındasınız. Bir türlü doğru zaman gelmiyor, bir türlü uygun koşullar oluşmuyor. Anlaşılan o ki beklediğimiz tarihin o uygun koşullara sahip eşref saati hiçbir zaman gelmeyecek. Doğru zamanı beklerken sorumluluğumuz aşınıyor, yapılan yanlışlara karşı duyarsız hatta ortak oluveriyoruz. Oysa hepimiz gerçek dostlara yani acı söyleyen dostlara muhtacız. Hem yanlışlar karşısında bizi uyaran hem de gördüğü yanlışlara rıza göstermeyip kendisine yabancılaşmayan dostlara.

Bakın, Etyen Mahçupyan geçen günkü yazısında "Ak Parti'nin en büyük ayak bağı olan yeni burjuvazinin hırsı"ndan bahsediyordu. Siyasetin bu taleplere karşı duyarsız olmadığını, çift taraflı bir ilişkinin bu işin doğasında olduğunu biliyoruz. Ancak herkes için dönüşüm yerine sistemin "bizimkiler"e açılması arasındaki fark ya fark edilmiyor ya da fark edilmek istenmiyor. Şimdi ekonomik alanda Mahçupyan'ın dikkat çektiği "etik normları içselleştirememiş bir zihniyetin kuşatması altındaki Hükümet"in kuşatıldığı hırs çemberini püskürtmek için besleyici hamleler yerine önleyici uygulamalara imza atması gerekmektedir.

Kamu personel rejiminde oluşabilecek kuşatmalara karşı güç bela oluşturulan ve kamuoyunca makbul karşılanan bariyerlerin yıkılması, tabiri caizse sistemi her türlü ilkenin, kriterin alenen çiğnendiği bir yandaşlık, kayırmacılık düzenine savurmaktadır. Kamudaki istihdamın ve kariyer düzenlemesinin keyfi tasarruflara açık hale getirilmesi kamu vicdanını sızlatmakta ve Mahçupyan'ın yerinde ifadesiyle Hükümet'in meşruiyet zemininde gedikler açılmasına neden olmaktadır.

Siyaset bilimcilerin önümüzdeki on yılın aktörü olarak AK Partiyi kodlamaları tarihsel bir zorunluluğa işaret etmiyor. Evet, Gemi yol alıyor, genel istikamet sağlam duruyor ancak rüzgarlar Gemi'nin istemediği yönlerden esiyor. Gemi'nin aksamını sağdan soldan kemirip su almasına neden olanların diş gıcırtısı da ayrıca kulakları tırmalıyor. Gemi'de yankılanan bu diş gıcırtısından rahatsız olunduğunu gösteren bir emare de yok. Tersine kulakları tırmalayan bu sese tempo tutan, onu kabul edilebilir bir melodi olarak gören teşvik edici bir kabulleniş, destekleyici bir onama var. Yazık. Bir taraftan "Çözüm Süreci", "Alevilik Çalıştayları" gibi girişimlerle devasa sorun alanlarına el atacaksın diğer taraftan azgın hırs seline dur demeyeceksin. Gerçekten yazık.

Abdulbaki DEGER

[email protected]