Hayırlı bayramlar dilerim
Bilinçten azade hiçbir mekan ve zaman tasavvuru gerçekleştirilemez. İnsan dışındaki varlıkların hiçbirinde mekan ve zamana yönelik önemli bir atıf yoktur. Bir zaman ve mekan inşacısı olarak insan içinden geçtiği zaman dilimlerini de duyularının deri altına yerleştirdiği mekan parçalarını da önemli hale getirir ve kendiyle birlikte bulunduğu her yere taşır. Son aşamada mekanlara değer biçerek birilerini diğerlerine öncelikli kılan da zamanlara çentik atarak onu özel kılan da hafızadır.
Önem verdiğimiz
ve kendisiz asla yapamadığımız mekanlar vardır. İç dünyamıza süzülüp oradaki
pürüzleri arındıran, sadece yaşarken değil düşünürken de içimize ferahlık veren
her mekan aynı zamanda onunla özel bir ilişki kurduğumuz bir toprak parçasıdır.
Kutsalın mekanları, medeniyetin mekanları kolektif şuurun önemlileri olurken
yaşadığımız şehirler, mahalleler, evler, bahçeler de özel hayatımızın somut
göstergeleridir. Günler içinde kıymet verdiğimiz vakitler, haftanın ve ayın
belli günleri, yılın belirlenmiş zaman dilimleri ile hafızamızda yer etmiş
anılar bu özel atfiyetin ürünü olarak zamanın diğer akış biçimlerinden ayrılır
ve özelimiz olurlar. Böylece bireysel seçmeler yaparak hayatımızı olduğundan
daha düzenli, daha değerli hale getirmiş oluruz.
Bayramlar
senenin en önemli zaman dilimleridir. Her dinde, her inançta, her kültürde ve
her coğrafyada bayram vardır ve bu, özel kutlamayı, ritüelleri ve davranış
biçimlerini gerektirir. Biz Müslümanların iki bayramı var: Ramazan ve kurban.
Her ikisinin de bağlamına göre oluşmuş nitelikleri bulunuyor ve biz buna uymayı
garanti ediyoruz.
Ramazan bayramı
otuz günlük bir beden ve ruh yenilemesinin ardından o otuz günü hak edişin bir
hediyesi olarak bir kutlamaya dönüşür. O güne, hayata yeniden başlamanın
coşkusuyla uyanır, o sabahı Allah ile aramızda bir yıllık yeni bir sözleşmeye
adayarak karşılarız. Yenilenmiş bedenimiz hayat yolculuğunda dinlenmiş ve yeni
ufukları keşfetmek için, yenilenmiş ruhumuz ise ciddi özeleştirilerden geçerek
yeni pusulalar eşliğinde koordinat belirlemek için sabahın erken vaktinde
camiye gider, namazını kılar ve dönüşte bütün dargınlıklar, iletişime dair
arızalar onarılarak caminin avlusundan başlayarak görülen herkesle selamlaşmaya,
dargınlıklar bir tarafa bırakılarak hal hatır sormaya ayarlanır. O sabah, güneş
doğarken bütün bedenlerden huzurun ışığı yayılır. Her yüzde bir tebessüm, her
yürekte hafiflemiş bir duygu, her tende uçmaya hazırlanmış bir tazelik bulunur.
Baharın gelişi nasıl toprağı yararak dışarı çıkan kardelenlerle somutlaşırsa
bayram sabahı da bizimle öteki insanlar ve dünya arasında yeni bir bağ
oluşturur. Evimize gider, büyüklerimizin ellerinden öper, onlardan hayır duası
alırız. Yaşıtlarımızla tokalaşır, çocuklara olduğundan daha şefkatli bakar,
hediyeliklerini verir, bütün bir aile dünyanın ilk sofrasıymışçasına kahvaltıya
oturur, geçmişin üzerimize saldığı ağırlığı atarak neşeli bir sohbete başlarız.
Bayram, sadece ruh ile bedenin yenilenmesi değil, sabahın daha o vaktinde
dünyayla gevşeyen bağlarımızın bir daha sıkılaştırılması, yüksek bir enerjiyle
insanca yaşama iradesinin ortaya konmasıdır.
Kahvaltı sonrası
mezarlık ziyareti yapılır. Bu aslında bir bakıma ölülerimizin de hala yanımızda
olduğunun, onların da bizim bir parçamız addedildiğinin simgesel bir
karşılığıdır. Oraya gider, ölülerimiz ölmemişçesine onlarla yaşadığımız anıları
hatırlar, fısıltıyla konuşur, ruhlarını yad ederiz. Mezarlık ziyareti kopmuş
olan tarafımızı yeniden kuşatır, kaybettiklerimizi buldurur ama aynı zamanda
son durağın orası olduğunun altını çizer. Şehir, topluca kentin sınırlarının
dışına çıkar, mezarlıkta buluşur. Bir bakıma, yüz yıl sonrasının şehri
mezarlıkta kurulur ve bu bilinçle eve dönülür. Mezarlık ziyareti böylece doğum
öncesi ile ölüm sonrasını da hayata dahil eder, ufkumuzu genişletir, fiziğe
metafizik ekler.
Öğleden sonra
akraba ziyaretleri başlar. Dargınlar, küsler, ne vakittir birbirini ihmal
edenler tebessümle birbirinin yüzüne bakar, güzel şeylerden konuşur. O gün şehirlerimizin
daha kalabalık görünmesinin bir sebebi de unuttuklarımızın hatırlanmış
olmasıdır. Dünyanın bütün yasaları birleşse bayramın öğle sonunda akraba, eş
dost ziyaretinin yaptığı onarma işinin üstesinden gelemez. Aileden başlayarak
toplum bu ziyaretler üzerinden yeniden şekillenir, zincirin kopmuş olan
halkaları birbirine bağlanır, gevşemiş olan sıkılaştırılır ve atmosfere birlik
mesajı gönderilir.
Akşamleyin de
devam eder bu ziyaretler; çaylar, kahveler içilir, tatlılar ikram edilir. O gün
hiç yorulmaz insanlar. İnsana daha yakından bakmanın, dünyayı, hayatı,
yıldızları daha yakından görmenin fiyakasını cilt o kadar içselleştirir,
öylesine benimser ki yorgunluk kapının dışından içeri girmeye bir türlü cesaret
edemez. Sadece çocuklar değil, büyükler de neşeli olduğu için yaşı ne olursa
olsun o tazelik bedenleri dolaşır, çocukça bir sevinç kalbin gözeneklerini
açar, onun içine masmavi bir gökyüzü ekler.
Geceleyin
yatağımıza çekildiğimizde bile çocuğun ağzında kalan şeker tadı benzeri bir
aroma benliğimizi dolaşır, güzel rüyalar gördürür bize. Ölülerimiz rüyalarımıza
tebessümle girer. Bayramın büyüsü o kadar sarıp sarmalamıştır ki rüyalarımız
bile cennetten bir hediye olarak hayra yorulacak olan cinsindedir. Bütün
bunlar, uyku öncesi hepimize “keşke hep bayram olsa” dedirtir. Böyle bir
çalışma yapıldı mı bilmiyorum ama muhtemelen ramazan boyunca ama özellikle
bayramlarda suç oranı muhakkak düşüyordur. Bütün mesele her gün bayram olmasa
bile her günü bayrammışçasına yaşamak, hayatın içine bayramı olduğundan daha
fazla davet etmektir. Hangi bayram, kendisine yönelen daveti reddeder ki? Yeter
ki içimiz her an bayrama ayarlı olsun. Hayırlı bayramlar dilerim.