'Hazerfan' Aranıyor!
21.yy’ın ilk çeyreğini neredeyse geride bırakmak üzereyiz. Zaman çok ama çok hızlı akıyor. 90’lı yılların ülkemiz ve insanlık üzerindeki tesirlerini henüz yeterince hazmedememişken şimdiden yeni milenyumdan 20 yıl geride kaldı bile. İnsanlık bu zaman diliminde çok büyük bilimsel ve teknik dönüşümler geçirdi. Her şeyden önce hayatımıza internet denen olgu girdi. Evvela 3G ile tanıştık, şimdilerde 5G’den bahsediyoruz, dijital teknolojinin kullanım alanları oldukça yaygınlaştı. İnternetin icadı bir elli yıl önceye dayansa da günlük hayata nüfuz etmesi 2000’li yıllara kısmet oldu. Bu arada savaşların seyri ve yönü değişti. Süper güçler artık uzay sahasında rekabet ediyorlar. Yapay zekâ ve robotlar ise baş döndürücü bir hızla günlük hayatın içine dâhil oldular. Daha nice büyük bilimsel ve teknik gelişme de cabası…
Bütün bunlar olup
biterken bilimin, teknolojinin ve insanlığın ortak sorunları ve soruları
katlanarak büyüyor. Bilim
insanlığın ortak yararı için mi yoksa kötü emelleri için mi kullanılıyor?
Teknoloji hayatımızı esaret altına alacak mı almayacak mı? Konfor alanlarımız
genişlerken özgürlük alanımız daralıyor mu? Önümüzdeki yy’da yaşamı tehdit
eden/edecek çevre sorunları neler olacak? İşsizlik, enflasyon, gelir eşitsizliği
gibi ekonomik problemler ile açlık, salgın hastalık ve benzeri sosyal
problemlerden insanlık nasıl kurtulacak? Yaşlı gezegenimiz gelecek nesilleri
hayatta tutacak temiz hava, temiz gıda ve temiz çevre olanaklarını ne denli
sunabilecek? Savaşlar, terör olayları ve soykırım girişimleri daha ne kadar
devam edecek?
Bunlara belki
yüzlerce makro, binlerce mikro sorun ekleyerek on binlerce soru
üretebilirsiniz. Elbette bütün bu soruların cevaplanması oldukça zor ve büyük zaman alacak. Ancak bildiğimiz
bir şey varsa o da şu ki, dünya günden güne yaşanmaz bir yer haline geliyor.
Allah’ın insanlığın hizmetine sunduğu bu güzel dünyayı hep birlikte kendi
ellerimizle işlediğimiz hatalar yüzünden yaşanmaz bir yer haline getiriyoruz. İnsanlığın
sorunları büyüyor ve karmaşık hale geliyor. Bu sorunlara çözüm üretecek ve
sorunlar hakkında insanlığı detaylı şekilde uyaracak insan kaynağı ise oldukça
yetersiz. Bilim, filozofi ve din yeterince konuşmuyor, konuşamıyor,
konuşturulmuyor. Oysaki yüzyılımızın sorunları ancak bilim, din ve düşüncenin
ortak girişimleri ile çözülebilecek bir mahiyet taşıyor. Dolayısıyla insanlığın
ortak sorunları söz konusu olduğunda araştıracak, yazacak, konuşacak ve çözüm
üretecek insan kaynağı da bu üç sektörden doğacak. Doğmak zorunda.
Günümüzde
disiplinler arası çalışmaların
önemi ortaya çıkan makro ve mikro sorunlarla birlikte daha iyi anlaşıldı. Artık
sadece fen bilimleri ya da teknik bilimler insanlığın gidişatı hakkında veri ve
çözüm üretmede tek başına yeterli değil. Sosyal bilimler, din ve felsefe de
devreye girmek zorunda. Hatta denilebilir ki bilimsel anlamda önümüzdeki yy.
sosyal bilimlerin yüzyılı olacak. Sosyoloji, psikoloji, ekonomi, felsefe gibi
alanlar daha fazla söz sahibi olacaklar. Hatta bilimin sorumluluk alanından
farklı olarak din de insanlığın ortak gündemini oluşturacak çok ama çok önemli
bir saha haline gelecek. İnsanlık fen ve tekniğin imkanları içinde cevaplayamadığı
sorularını önce felsefede daha sonra da kaçınılmaz olarak dinde bulacak.
Buradan hareketle
bütün bu disiplinlerde çoklu uzmanlıklar ve disiplinler arası çalışmalar öne çıkacak. İnsanlık birden fazla
sahada yetkin hale gelmiş bilim, sanat ve din adamlarına ya da insanlarına
ihtiyaç duyacak. Bu tip insan profiline batıda “polymath” adı veriliyor.
Özellikle Rönesans sonrası dönemde ortaya çıkan Da Vinci gibi sanat ve bilim
adamları birer “polymath” olarak vasıflandırılıyorlar. Yani bilimde, sanatta,
kültürde çok geniş yetkinlik ve bilgi sahibi insan profili. Bizde de bu kavrama
karşılık gelmek üzere “Hazerfan” sıfatını kullanmak mümkün. Batı dünyasının
ortaya çıkardığı polymath profili aslında bizde de hazerfan olarak yüzyıllar
boyu varlık göstermiştir. Mesela İbn-i Sina bir “polymath’dır. Tıpta, müzikte,
felsefede ve daha pek çok sahada büyük yetkinlik sahibi olan İbn-i Sina bizdeki
hazerfan prototipi için oldukça uygun bir modeldir. Esasında bizde
Nizamülmülk’ün temellerini attığı medrese sistemi polymath yani hazerfan
yetiştirmeye yönelik eğitim ve öğretim kurumlarıdır. Yani bizim geleneğimizde
multidisipliner anlayış zaten var. Dolayısıyla İbn-i Sina dan başka belki
onlarca örnek verebiliriz. Galata kulesinden Üsküdar’a uçan Hazerfan Çelebi de
adı gibi mucit ve Hazerfan bir zattır. Bizde “polymath” prototipi geçmişte
oldukça fazla sayıda var olmuştur.
Şimdi ise adına
ister Hazerfan deyin ister Polymath deyin, interdisipliner ve multidisipliner
yaklaşımla sorunlarımıza çözüm üretecek, teşhis ve tedavi uygulayacak insan modeline ihtiyacımız
var. İktisat-finans bilmeyen bir fakih ekonomi konusunda fetva veremez, içtihat
yapamaz. Psikoloji bilmeyen bir yönetici şirket ve kurum yönetemez.
Sosyolojiden habersiz bir siyaset bilimci siyaset sahasına katkı sunamaz.
Benzer şekilde sosyoloji ve psikoloji bilmeyen bir doktor salgın hastalıkların
seyri ve toplumsal etkisi hakkında konuşamaz. Felsefe ve estetikten yoksun bir
kent bilimci, şehir plancısı ya da mimar düşünülemez. Bizim ciddi ciddi
hazerfan yetiştirmeye ihtiyacımız var. Bu ise günün milli eğitim ya da akademi
sistemi içerisinde başarılacak bir şey değil. Üzerinde düşünelim derim.