Dolar (USD)
32.16
Euro (EUR)
35.04
Gram Altın
2475.28
BIST 100
10158.63
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Hedef Tekfir mi Hidayet mi?

Seksenli yıllarda ortalığı kasıp kavuran tekfir hastalığının iki binli yıllardan sonra da nasıl türetildiğini endişeyle izliyoruz. Tekfirci gruplar sanki seçin zamanlarını fırsat zamanı olarak kolluyorlar. Bir vesile olsa da şu cahilleri tekfir ersek der gibi. Bu konuda Şehit Abdullah Azzam'ın " Cihat Dersleri " kitabının 1. Cildinden bir alıntı yapmak istiyorum. "A Azzamın kendisi siyasi çalışmaya gayet radikal yaklaşmasına rağmen, önyargılı gençlerin hadlerini aşıp ne kadar ileri gittiklerinin açık bir örneğini sergilemektedirler.

Bu olayın üzerinde yarım asır geçmesine rağmen aynı yanlışlıkların nasıl da tekerrür ettiğinin açık bir tezahürüdür. İnsan ister istemez şunu düşünüyor. Şu an Türkiye, Mısır, Tunus, Libya, Irak, Afganistan, Yemen ve daha birçok yerde Ümmetin aleyhinde çalışanlar, büyük ihtimal aynı karanlık yerlerden idare ediliyorlar. Tabi iyi niyetli emekçi gençler kullanıldıklarının farkında bile değiller. Ancak bu onları sorumluluktan kurtarır mı? ümit edelim ki kurtulmuş olsunlar.

Türkiye'deki paralelcilerin foyası 40 yıl sonra çıktı. Eski Ergenekon'un foyası bir asır sonra çıktı. Bu gençleri hangi karanlık odaklar kullanıyor? Mısırda selefi nur partisi, Suriye'de İŞID in ümmet maslahatına çalışmadıkları artık malumu2026 Ümit ederiz ki bizde selefi geçinen samimi ama saf Müslümanlar da bir an önce ayarlar. Şimdi söz Şehit Abdullah Azzam'da

"Ben bu meseleyi çok araştırdım. Allah'ın indirdiği hükümlerin dışında teşri-hukuk sistemi ve kanunların tespiti u2013meselesi gerçekten beni çok zor durumda bıraktı. Çünkü ben Mısır'da doktora tezi hazırlarken Enver Sedat'ın döneminde hapishanelerden Müslümanlar çıktılar. Bunlar bu mesele hususunda farklı görüşler taşıyorlardı. Bunlardan bir kısmı, tüm insanları tekfir ( küfürle itham) ediyor, diğer bir kısmı; Müslüman veya kafir olduklarına dair herhangi bir hüküm vermekten kaçınıyor, üçüncü bir kısım ise; "La ilahe illallah Muhammed'un Resulullah" diyen bütün insanların Müslüman olduklarını söylüyorlardı.

Bu konu beni çok uğraştırdı, meşgul etti. Çünkü bu Müslümanların bazıları camilerde namaz kılmıyordu. Bu ise büyük kargaşalara neden oldu. Tekfir meselesini gündeme getirenlerden biri rahmetli Mustafa şükrü... Enver Sedat, Mustafa Şükrü'yü Mısır vakıflar bakanı Zehebi isimli bir zatın öldürülmesi ile yargıladı ve idam etti. Mustafa Şükrü şu kaideyi geliştirerek kendi cemaatine girmeyenlerin kafir olduğu kanaatinde idi "Kafiri tekfir etmeyen (kafir olduğunu söylemeyen ) kafirdir. Kafirin küfründe şüphe eden kafirdir."

Bu şekilde düşünen gençler hapishanede Müslüman kardeşler cemaatinin lideri Üstad Hasan Hudeybi'nin yanına varmışlar ve ona:

-"Sen mısır Cumhurbaşkanı Abdunnasır'ın kafir olduğunu söylüyor musun?" Hudeybi de:

-"Abdunnasır'ın kafir olduğunu söylersek ne kazanırız, söylemesek ne kaybederiz?" diye cevap vermiştir. Tabi bu söz Hudeybi'nin aleyhine tam bir delil olarak ileri sürülmüştür. Halbuki Hudeybi siyasi bir cevap vermiştir. Fakat gençler Hudeybi'yi anlayamamışlar onu da tekfir etmişler, böylece ayrılıp yeni bir grup oluşturmuşlardır. Artık Hudeybi'nin arkasında namaz kılmaz olmuşlardı. Bunlar hapishaneden çıktıktan sonra karşılaştıkları kişilere:

-"Abdunnasır ve Sedat hakkındaki görüşün nedir?" diye sorarlar, onların kafir olduklarına dair cevap aldıktan sonra;

-"Hudeybi hakkında görüşün ne?" derlerdi. Onun Müslüman olduğu cevabı alınca da;

-"Fakat o kafir olan Abdunnasır'ın kafir olduğunu söylemiyor. Kafire kafir demeyen de kafirdir "diyorlardı. Sen onlara "haşa Hudeybi'yi tekfir edemem" deyince de seni de kafirler listesine ilave ederlerdi.

Vallahi! Bir gün yanıma devamlı gidip gelen ve beni seven Ürdünlü bir genç geldi. Bu genç Mustafa Şükrü'yü önder edinmiş, onun görüşlerine hayran olmuştu. Vakıa ben o genç kadar imanı hakkında gayretli olan ve dinine bağlı olan birini görmedim. Bu genç eczacılık fakültesinde okuyordu. Kahire'de gelip bazı günler benin yanında orucunu açıyordu. Günlerden bir gün Mustafa Şükrü ile görüştükten sonra beni ziyarete geldi. Benimle konuşmaya başladı. Ben onunla tartışıyordum. Nihayet namaz vakti geldi. Baktım ki o arkamda namaz kılmaya yanaşmıyor. Dedim ki:

-"Buyur sen kıldır." O bana namaz kıldırdı. Ben namaz için öne geçtiğim zamanlarda ise;

-"Ben namazları cem ettim" diyordu. Ben konuyu açmak üsteleyince dedi ki:

-"Açık mı konuşalım." dedim ki:

-"Evet, açık konuşalım" dedi ki:

-"Ben senin kafir olduğunu söylüyorum." Dedim ki.

-"Peki, arkadaşım neden?" mesele ne ?" dedi ki.

-"Sen Müslüman kardeşlerdensin." Dedim ki.

-"Evet, ben onlardanım." Dedi ki:

-"Müslüman kardeşlerden herkes kafirdir"

-"Niçin? Dedim. Dedi ki;

-"Çünkü onlar kafir Hudeybi'nin kafir olduğunu kabul etmiyorlar."

Düşünüyor musunuz? Bu kadar kolay bir şekilde bunu söylüyor. Dedim ki:

-"Gel buraya arkadaş. Dinle beni; İmam-ı Şafii ile imam Ahmet bin Hanbel, kasıtlı olarak namazı terk edenin hükmü hakkında ihtilaf etmişlerdir. İmamı Şafii tekfir etmemiş, imam-ı Ahmet ise tekfir etmiştir. Bunlar birbirleriyle tartışmalarına rağmen hiçbiri diğerini tekfir etmemiştir" fakat bu genç çok hararetli ve cüretkar olduğundan bana şu cevabı verdi:

-"Şayet ben orda olsam, Şafii ile tartışsaydım Şafii de namazı kılmayanın kafir olmadığını söyleseydi, ben Şafii'yi tekfir ederdim." Bende dedim ki:

-"La havle ve la kuvvete illa billah. Artık burada mesele bitti. Mesele bu noktaya kadar ulaşınca artık yapacak bir şey kalmadı." (Cihat dersleri C.1S.186-189 Şehit Abdullah Azzam Buruc yayınları 1997) Selamu2026 Duau2026