Dolar (USD)
32.39
Euro (EUR)
34.76
Gram Altın
2397.36
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

11 Nisan 2019

Hegel’in diyalektiğinde papatya nasıl çizilir?

Geçen haftaki yazımda sunulma ve tartışılma biçimiyle basında yer alan ‘Profesörün 13 yıllık deneyi: Yüzde 90'ı papatya çiziyor’ haberini müstakil bir yazı olarak yazacağımı belirtmiştim. Ancak haftada bir gün yazmanın handikabı bu olsa gerek; ya yazı eskiyor ya da sizin yazmak istediklerinizi bir başkası yazıyor. Nitekim bizim mevzuyu da Ali Aydın dünkü köşesinde yetkinlikle değerlendirmiş. Ancak bu mevzunun önemine istinaden tekrar da olsa bazı hususların altını çizmekte fayda görüyorum. Prof. Erişen kısaca eğitim sistemiz tek tipçi diyor. Yaratıcılığa imkân vermiyor, bundan çıkmamız için de başta öğretmen yetiştirme sistemimiz olmak üzere merkeziyetçi yapı, toplumsal çeşitliliği dikkate alma gibi mevzularda ve anne-baba, medya, sivil toplum yapılarımız gibi aktörlerle bütüncül bir gayret göstermemiz gerektiğini belirtiyor.

Bu hususlar çok önemli elbette. Ama sanırım Marx’ın ‘Hegel’in diyalektiği baş aşağı duruyordu, ters çevirip ayakları üzerine oturttum’ şeklindeki ifadesi gibi bizim de ters yüz edilmiş bu tartışmayı ayakları üzerine oturtarak işe başlamamız gerekiyor. Malum olduğu üzere modern zamanların kutsallarından birisi zorunlu eğitim. Üzerinde ne şerik kabul ediyor devlet ne de yapıbozumcu bir tartışma. Tartışılmaz bir devlet tekeli var alanda. Peki, bu modern kutsal ile devlet ne yapmak istiyor ki bu kadar önemli? Mevzu teferruatlı, konumuzla bağlantılı olarak şu kadarını söyleyelim: zorunlu eğitimin en önemli ve belirleyici gerekçesi/amacı egemenlik altındaki nüfusu benzeştirmesiydi. Bunun sancılı hikâyesine az çok ilgili olanlar aşina. Dolayısıyla gerekçe/amaçlılık bu olunca yüzde doksanın papatya çiziyor olması bir soruna mı yoksa devlet açısından bir başarıya mı işaret ediyor pek belli değil. Bizim tartışmamız gereken husus da kanımca bu pek belli olmayan durumun nasıl netleşeceği hususudur.

Aksi takdirde öğrencilerin duygu, düşünce, yapma tarzında benzeşmesinde şaşılacak bir şey görmüyorum. Bu sistem, zorunlu kitlesel eğitim düzeneği böyle yapmak için var. Sistemi bir bütün olarak bu tarihsel arka plan ve amaçlılık üzerinden tartışmak başka bir şey sistemin maddi ve manevi varlığına halel getirmeden çıkan ürünün sevimsizliğini dert edinmek bambaşka bir şey! Eğer küresel ölçekte yapageldiğimiz gibi mevzuyu sistemin varlığını, ruhunu, mevzuatını, yaslandığı devlet-toplum tasavvurunu muhafaza ederek çıktıların farklı olması üzerinden tartışıyorsak ya hala mevzuyu bilmiyoruz ya da kaçak güreşmeye çalışıyoruz veya kötü niyetliyiz. Modern devlet vatandaşları bir benzer olsun diye eğitime tekel koyuyor. Bu tekeli muhafaza ederek bu gün küresel vitrinde göz boyamak için yerleştirilen bazı kavram setlerini de hoyratça kullanıyor. Yaratıcılık, farklılık, bireysellik vs. Güzel! Madem bunları gerçekten kullanmak istiyoruz, bu yönde bir derdimiz var o halde şu basit soruyla hesaplaşmamız gerekiyor. Kitlesel bir eğitim düzeneği içerisinde bunu nasıl yapacağız? Bu, kültür endüstrisinin, küresel düzenin ‘kendi tarzını oluştur’ kandırmacasına, kişisel gelişimin ‘şartlar ne olursa olsun başarabilirsin’ yutturmacasına benziyor. Burada rafine bir işleyiş var. Kendi tarzını bu şekilde oluşturman mümkün mü? Hepimizin aynı markaları tükettiği, aynı şeyleri beğendiği bir tek biçimli format dünyası ‘farklılık’ söylencesi üzerinden geliyor. Bu söylem başarılı olduğunda hepimiz ‘papatya’ çizmiş oluyoruz. Bu söylem başarısız olduğunda kişisel gelişim yutturmacasında dile geldiği gibi ‘başaramadıysan sebebi sensin!’ suçlamasına maruz kalıyoruz.

Yüzde doksanın papatya çizdiği düzeneği sorgulayabilmemiz için tekraren birkaç hususun farkında olmamız gerekiyor. Zorunlu eğitim benzeştirir, benzeştirmek için vardır. İkincisi kitlesel bir eğitimde yaratıcılık, farklılık, bireysellik söylemi bir kandırmacadır. Böyle bir şeyi yapmadığı için değil yapamadığı/yapamayacağı için konuşmalıyız/tartışmalıyız. Bunu bildiğimiz zaman meseleyi öğretmen, öğrenci, veli kapanından çıkarıp sistem, yapı, ilişki, devlet, devlet-toplum ilişkisi, günümüz dünyası, günümüz dünyasının sosyal, ekonomik, kültürel ve teknolojik doğası ve dinamiği, mevcut gerçekliğimiz ve gelecek tasavvurumuz üzerinden yeniden ele alma şansımız olacaktır. Aksi takdirde ‘benim oğlum bina okur’ kapanında olduğu gibi ‘papatya’ çizmeye devam edeceğiz.