Dolar (USD)
32.54
Euro (EUR)
34.84
Gram Altın
2443.79
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


İkinci Meclis: Servetsiz zenginler

Ey dil ey dil niye bu rütbede pür gâmsın sen

Gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

Şeyh Gâlib

Issız gecelerde kendi ışıkları ile yolculuk edenler, şahların parıltılı taçlarına küçümseyerek bakarlar. Geçen hafta hayalen asırlar ötesine uzandık. Birinci meclisine iştirak ederek huzur bulduğumuz o İnsan-ı kâmil’in bugün “ikinci meclisine” konuk olacağız. Mevlânâ’nın sesinin yankılandığı vakitlere erişecek; bu meclisten hissemize ne düşecek göreceğiz. Yine hamd ve yakarışla başlıyor konuşmasına. “Sultânım”, diyor. O sesteki samimiyet ruhumuzun derinliklerine işliyor. “Sultânım, samimi bir yakarışla meclisimizde toplananları iki cihanın mutluluk ve muratları ile donat. Bizi iyilikle anan herkes, dünyada iyilikle anılsın” Amin, diyoruz. Meclisimizin şâhı, bir başka meclisten konu açıyor. Biz ise hissemize düşeni almak için kalp ve akıl gözümüzü açıyoruz. O, Anlatıveriyor: “Bir gün insanlığın reisi bir mecliste oturuyordu. O bilgi bahçesinin bülbülü, gül dalına konarak sırların inci kutusunu açtı ve halka halka oturmuş cânlara şu sözü söyledi: Günahların zilletinden çıkıp, takvanın izzetine erişen kimseyi, Allah malsız zengin eder.” Takva onun süsü olur. Ticaretle uğraşanlar mal çokluğu ile zengin olduğunu sanırlar. Berrak sudan haberi olmayan kuşun bütün yıl gagası acı sudan çıkmaz. Kainat ağacının hem çekirdeği hem de meyvesi olan Zat, “asıl zenginliğin gönül zenginliği olduğunu” ifade etmiştir. Celâleddin-i Rûmî, birden bakışlarını etrafında halka halka dizilmiş, gönül akçesini hakikat madeninde arayanlara çevirir ve konuşmasına devam eder:

Ey bütün mahallelere yabancı olan ve ey bütün nakitlerden nasipsiz olan insan! Bu iş, söylenesi değil, işlenesidir. Bu dünya elde tutulası değil, bırakılasıdır. Nimet istiyorsan kulluk et. Hüdhüd ol ki Süleyman, Belkıs’a gidecek mektubu sana versin. Rüzgâr ol ki Yakub, Yûsuf’un haberini senden sorsun. İflas edenlerden olma, yoksa halin misaldeki tilki gibi olur. Bir gün, bir tilki ormana gider. Orada bir ağacın gövdesinde asılı duran bir davul görür. Rüzgârın her esişiyle birlikte ağacın dalı davula vurur ve davuldan yükselen sesler tilkinin kulağına erişir. Tilki davulun büyüklüğüne ve sesin yüksekliğine bakarak ihtirasa kapılır. Bütün gün davula ulaşıp etinden ve derisinden istifade etmek üzere çabalar durur. Davulun çevresindeki dikenleri aşarak nihayet davula ulaşır ve davulu parçalayarak içerisinde et arar lakin hiçbir şey bulamaz. Hüzün dolu bakışlarla “Avım elden gitti, yüreğim yandı; yaptıklarım boşmuş” der. Akıllı olanlar bu tilki ormanı olan dünyada, nefis davulunun sesine iltifat etmez. Aksi halde ömür, hebâ olur, gençlik hevâ olur, hayat azâb olur.

İkinci Meclis’te biz, hissemize düşenleri alıyoruz. Yüzünden tebessüm, dilinden umut ışıkları yayılıyor, halka halka göğe yükseliyor tümceler. Sözlerine başlarken mecliste hazır bulunanlara dua eden Rûmî, bitirirken sözlerini yine aynı samimiyetle hoş temennilerde bulunur: Dostlarım, güzel davranışlı âşıklar! Hayatın baharında hoş bir nefes yollayın ona, gönülden yakarışın sancaklarını çekin. Kulaklarınıza sevgilinin halkasını takın. Bilen kişinin varlık gemisi şaşırtıcıdır. Gören kişinin kuyuya düşmesi şaşırtıcıdır. Denizde gemi olması şaşırtıcı değil lakin bir gemide bin deniz olması şaşırtıcıdır.