Dolar (USD)
32.31
Euro (EUR)
34.74
Gram Altın
2388.00
BIST 100
10267.35
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

25 Nisan 2023

IMF'ye karşı olmak

International Monetary Fund (IMF) yani Uluslararası Para Fonu, İkinci Dünya Savaşı’nın 1945’te bitişinden sonra yeni bir dünya düzeni kurma zorunluluğundan doğdu.

Çünkü savaş döneminde savaşan tarafların birbirlerinin ekonomilerini bitirmek için sahte paralarla parasal değerlere saldırması finansal düzeni yıksa da esas neden aslında savaşın tüm üretim gücünü topyekûn tahrip etmesiydi.

Batı’nın büyük savaş makinaları; tank, silah, uçak, gemi ve daha bilumum ölüm silahları üretmede oldukça mahir bir noktaya gelmiş olsa da bu üretim tercihi topluma refah sağlayacak diğer üretim araçlarından vazgeçmek anlamına geliyordu.

Dünyanın İkinci Cihan Harbi'nde kaybettiği 80 milyon insanın getirdiği trajedinin yanında sadece salt ekonomik düzlemde bakılacak olursa hem üretim hem de tüketim noktasında ne kadar büyük bir boşluk oluştuğu kelimelerle dahi ifade edilemez.

Aslında yakın tarihimizde buna güzel bir örnek de var.

Koronavirüs pandemisi nedeniyle dünyada toplam 6 milyon insanın öldüğü bilgisi var.

Aşılamaların getirdiği yan etkiler ile hastalığı geçirip de sonrasında sorunlar yaşayanları bir tarafa bırakacak olursak yani yine sadece salt ekonomik yaklaşımla bakarsak 8 milyarlık nüfusta 6 milyon insan kabaca on binde 75 oranına denk geliyor.

Hâlbuki bu oran ikinci dünya savaşında verilen kayıplarla yine kabaca iki milyarı biraz geçkin nüfusta yüzde 4’e karşılık geliyor.

Yani bundan neredeyse 80 sene önce dünya bugün bizim yaşadığımız pandemi sonrası zorlukların matematiksel olarak tam 53 katını yaşıyordu.

Tüm dünya üç yıl boyunca pandemi sebebiyle en temel ürünleri üreterek ciddi bir üretim ve istihdam kaybı yaşadı.

Bu dönemde üretim araçlarına yönelik yıkıcı bir etki yoktu.

Yani altyapı ya da üstyapılar zarar görmüyor, fabrikalar yıkılmıyordu.

Sadece can derdine düşen insanların üretimden el çekmesi konusu vardı.

Lakin 80 yıl önce bu üretim araçlarının direkt hedef alındığı 6 yıllık acımasız bir yıkım süreci yaşandı.

Üstelik bir de 1929 ekonomik buhranı ile devletçiliğe sarılan ve dış ticareti neredeyse durma noktasına getiren 10 yılın üstüne gelen bu yıkım süreci bilinen dünyayı çok geriye götürdü.

Hegemon Batı’nın yıkıntılarından “Her ne olursa olsun üreten kazanır.” mantığıyla ekonomisini yürüten ABD sağ salim çıktı ve Amerikan dolarının altın karşılığı ile dünya parası olması kararı 1947’deki Bretton Woods Sistemi ile kabul edildi.

Çünkü Avrupa’nın bu yıkımı aşacak ne takati ne de itibarı kalmıştı.

Düşman kardeşimizin bundan sonra ki süreçte sözleşmelerle Türkiye’den işçi talep ettiği günlere şahit olarak bambaşka bir serüvene başlayan "lahikalar" yazmaya başladık.

Kapısı açılmayan Avrupa'nın bizzat davetiyle Türk ve Müslüman unsurların yerleştiği daha sonra da yerlileştiği süreç nedeniyle bugün, kendi benliğini kaybetme korkusu ile artan milliyetçiliğin prim yaptığı bir Avrupa oluştu.

Korkunun sebebinin anlaşılması adına sadece İngiltere’de yapılan analizlere göre 2050 yılında Britanya Krallığının merkezinde Müslümanların çoğunlukta olması bekleniyor.

Böyle bir geleceğe rağmen bizler Batı sisteminin akılcılığını dışlayan bir tutum sergileyebiliyoruz.

Bilgi ve bilim aidiyet kabul etmez.

"Batı’nın her şeyi kötü!.." diyerek akıl ve bilimi dışarıda bırakacak kadar içeri kapanıp, "Batı’nın her şeyi güzel!.." diyerek de onların toplumsal yaşamını kendimize uydurmaya çalışarak da oluşan toplumsal buhranların pençesinden kurtulamayız.

Aslında yaşanan bu sorunların hepsinin arkasında, bilgilerin çarpıtılması ve çarpık politikaların uygulanması var.

Ne demektir bu?

1947’ten sonra kurulan Bretton Woods Sistemi ile Avrupa’nın kaybolan itibarıyla birlikte parasal ve finansal temeli yeniden inşa edildi.

Rekabet eden Avrupa’nın ortaya çıkması ile gücünü tüm dünyaya dayatmaya çalışan ABD’nin Vietnam Savaşı'ndaki zafer takıntısı, ABD’nin belini kırdı.

Parasal sistemi derinden etkiledi.

Ondan sonraki süreçte gücünü kaybetmemek için Soğuk Savaş kartını daha fazla masaya süren ve Batı Blokunda yer alanların kendi içlerinde kurdukları yeni oluşumlarla ABD’ye rakip olmasını engellemeyi merkeze alan korku ve korkutma merkezli bir güvenlik politikası ABD ekonomik politikasının da kalbini oluşturdu.

Vietnam’da yitirdiği itibarı OPEC ülkelerinin birleşerek petrol krizlerine neden olması sürecinde toplamaya çalışan ABD’nin 1973’te artan gücü ile Amerikan Dolarının altın karşılığını kaldırmasıyla bambaşka bir evreye geçti.

Dünyadaki altın rezervinin ekonomiyi taşıyacak ölçüde artamamasının getirdiği bu sonuca aslında dünyanın kalanı da çok fazla ses etmedi.

Doğu Bloku, "Karşılığı olmayan para nasıl olsa batar!..", inancıyla ses etmezken Batılılar ise kurulan refah düzeninden geri adım atma niyetleri olmadıkları için rıza gösterdiler.

Velhasıl kelam Amerikan Dolarının altın itibarı gördüğü düzeni 50 yıldır yaşıyoruz.

Şu an bu düzen sarsılmış olsa da hâlâ dünya ticareti Amerikan Dolarının etkisi ile sürdürülüyor.

Bu da ithalat yapacakların Amerikan Dolarına olan ihtiyacının devam ettiği ve yakın geleceğe kadar da devam edeceği gerçeğini dayatıyor.

Bana göre FED’in yönetim sermaye yapısının değişmesiyle dünya parasal krizi çözülebilse de bugün için BRICS başta olmak olmaz üzere Euro gibi alternatif parasal düzenler kendisini dayatmak istiyor.

Ama Amerikan Dolarının halihazırdaki "milyarderleri"nin böyle bir parasal dönüşümü kabul etmeyeceklerini ve bu dönüşümün olmaması için her türlü ayak oyunlarında ABD hükümeti ile birlikte çalışacakları gerçeğini kimse görmek istemiyor.

Bu nedenle Amerikan Dolarının "sancılı bir yönetim değişikliği" ile belki banknotlar üzerindeki resimlerin bazılarının değişmesiyle düzenin devam edeceğini düşünüyorum.

Bu nedenle de IMF’nin varlığı kendisini korumaya devam edecek.

Kur krizi yaşayan yani cari açık nedeniyle ulusal parasının değerini koruyamayan ülkeler için IMF her zaman bir "parasal güven sağlayıcı" olarak varlık gösterecektir.

O nedenle IMF ile en fazla anlaşma yapan ülkelerin başında gelen Türkiye için de IMF seçeneği bir "zorunluluk" olmaya devam edecektir.

Bu zorunluluk IMF’den alınacak birkaç milyar dolar (!) ya da IMF’nin özel tanımlı para birimi olan SDR için temin etmek için değil, hazırlanacak ekonomik program ile dünya serbest piyasalarına vereceği güven ve bu yolla ülkeye gelecek olan yabancı fonlarla sağlanacak kaynağın anahtarı olmasından oluşmaktadır.

Buna hiç ihtiyaç duyulmamasının da yolu var tabii...

Verimli, israftan uzak, yüksek ve katma değerli üretime dayanan bir ekonomi oluşturabilirseniz ve bunun etkisi ile itibarlı bir finansal piyasa oluşturabilirseniz IMF’ye hiç ihtiyaç kalmaz.

Başka bir çözüm de itibarı olan parasal bir birliğe dâhil olmak ya da bu birliği kurmaktan geçer.

Benim için bu süreci kolaylaştıracak üçüncü yol ise kesinlikle ve kesinlikle dijital paradır.

Yolsuzluk, kara para aklama, kayıt dışı ekonomi ve vergi kayıplarını sıfırlayarak adil bir gelir dağılımı modelinin kurulması sağlayacak dijital para; tüm bu yolları kolaylaştırdığı gibi aynı zamanda alternatif başka bir yol da açabilir.

Bu nedenle Merkez Bankası’ndaki Dijital Türk Lirası çabalarına çok değer verip her fırsatta bu çalışmaları yakından takip etmeye gayret gösteriyorum.

Seçim sürecinde bu vizyonumu paylaşacak tek çalışmayı İYİ Parti’nin ARTAGAN projesinde gördüm.

Bu konu ile ilgili bu köşeden siz değerli okuyucularım için birçok satır kaleme aldım.

Geçtiğimiz gün İYİ Parti Kalkınma Politikaları Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özlale hoca ile bir Twitter Space odasında bir araya gelme fırsatı buldum.

İYİ Parti’nin ARTAGAN projesini benim kadar dile getirmediğini ve sahiplenmediğini vurgulayarak projenin gerçekleşmesi noktasında yaşanmasını düşündüğüm zorlukları nasıl aşacaklarına dair yol haritalarını sordum.

Ümit Bey, bu konuda özel bir çalışma yaptıklarını, iktidar olmaları hâlinde yol haritalarının hazır olduğunu dile getirerek bunları benimle paylaşacağını söyledi.

Fakat seçim yoğunluğundan olsa gerek bu sözünü hâlâ tutabilmiş değil.

Herkesin taraf tutma derdinde olduğu şu günlerde salt akıl sahibi olanların sisin arasında görünebilmesi kolay değil tabii...

Ama yine de Ümit Bey’e buradan çağrım olsun:

Kim iktidar olsa da hayata geçirilmesi gereken bir proje olan dijital para konusunda yol haritasının ilan edilmesi, bu konuda çalışan benim gibi isimlerin işlerini kolaylaştıracak ve politika tercihlerinde hem referans vermesini hem de kendine göre avantaj ve dezavantajlı bölümlerini tahlil etmesini sağlayacaktır.

Ülkemizin menfaatine olan bir reformu ortaya koyarak bilimsel bilginin sınanmasına imkân tanımazsak nasıl ortak aklı savunabiliriz ki?...

Benden söylemesi...