Dolar (USD)
32.33
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2392.94
BIST 100
10276.88
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


İnsanlığın eşitlenmesi

Siyaset düşünür ve filozofları, ileri sürdükleri toplum/devlet proje ve ütopyalarında mutluluğun gerçekleşmesini en önemli amaç olarak görmüşlerdir. Bazıları bu mutluluğun, insanlar arasında eşitlikle gerçekleşebileceğine inanmaktadırlar. Dolayısıyla tarihi, ezenlerle/sömürenlerle ezilenler/sömürülenler arasındaki bir mücadele ve savaş olarak görme eğilimdedirler. Böylece toplumsal sınıfların olmadığı ve ortadan kalktığı komünist ve sosyalist bir düzenle dünyadaki mutluluğun gerçekleşebileceğini düşünmüşlerdir.

Küresel bir salgın şeklinde yayılan koronavirüs dalgası, insanlık tecrübesine yeni ve daha önce yaşanmamış farklılıklar getirmektedir. Ancak etki ve tesirleri/riskleri bakımından bu salgın zenginlerle fakirler, yönetenlerle yönetilenler, engelli olanlarla bedenen ve aklen sağlıklı olanlar, üst makamlarla alt düzey memur ve işçiler, kadınlarla erkekler, gençlerle yaşlılar… arasındaki farkı ortadan kaldırmaktadır.

Dünyanın en büyük ve önemli şehirlerinin en güzel bölgelerindeki en değerli evlerde oturanlar, bugün o evlerde hapis hayatı yaşamaktalar. En pahalı ve son model lüks otomobillere sahip olanlar, evlerinin önündeki araçlara binememekteler. Bankalardaki hesaplarının miktarını dahi bilmeyen insanlar, sahip oldukları paraları harcayamamaktalar. Krallar, hükümdarlar, sultanlar, başkanlar, başbakanlar, bakanlar, çok uluslu şirketlerin ceoları, hasılı üst düzey görev sahipleri bu salgına yakalanabilmekteler. Bu aslında bir anlamda insanlığın, kendi kıyametini yaşamasından başka bir şey değildir.

Bugün, Kelâm-ı Kadîm’in haber verdiği şekliyle öyle bir an ve zamanı yaşamaktadır ki, mahşeri hatırlatmaktadır: “Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, 0 gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. 0 gün her kişinin işi başından aşkındır. 0 gün birtakım yüzler ışık saçar; güleçtir, müjde almıştır. Birtakım yüzler de o gün toza toprağa bürünmüş; kapkara kesilmiştir. İşte bunlar inkarcılardır, günahkârlardır.” (Abese, 33-42)

Bu küresel salgın, dünyanın her tarafına yayılarak bütün insanlığı etkilemekte ve bulaşabilmektedir. Sonuçları itibariyle tedavi, ilaç ve aşı kapsamında, şimdilik bilimin acziyetini itiraf ettiği bu salgın, insanî değerleri de yerle bir etti. İnsan ve toplum ilişkilerinde köklü değişikliklere sebep oldu. Devletler arasındaki kırılgan ilişkileri, narsist ve pragmatist bir düzeye taşıdı. Hayata bakış açısını ve yaşamın anlamını değiştirdi. Geçmişi sorgulamaya, şimdiki halimizi muhasebe etmeye ve geleceğe umut ile ümitsizlik arasında bakmaya zorladı.

Yapılan hatalar, zulümler ve aldatmalar hatırlanıldı. Dostluklar ve arkadaşlarla irtibatlar akla geldi. Yakın ve uzak akrabaların kıymeti zihinlere düştü. Aile içinde görüşemeyenler, birbirlerini gördüler ve dinlediler. Sohbet ve muhabbetin ne kadar büyük bir nimet olduğu bir kez daha gönüllere düştü. Tebessüm ve mutluluğun zenginliğinin farkına varıldı. Hasılı insanı insan yapan değer, sıfat ve özellikler akla geldi.

Salgından ölümlerin en çok yaşandığı Avrupa Birliği ülkesi İtalya ve İspanya’ya yardımda bulunmayan Almanya’nın cumhurbaşkanın kullandığı cümleler dikkat çekmektedir. Onun ifadelerinde Batı’yı ve bütün insanlığı sorgulamaya davet eden bilgece sözlerle şekillenmiş ikazlar bulunmaktadır. Koronovirüs salgınının ‘bir savaş olmadığını’ söyleyen Steinmeier göre, bu ortamda “milletler ve askerler karşı karşıya gelmiyor. Bilakis bu bizim insanlığımızın sınavıdır. Bu, bireydeki en iyisinin ve en kötüsünün ortaya çıkmasını sağlıyor. Birbirimize içimizdeki en iyisini gösterelim”

Evet, gerçekten insanlığın karşı karşıya kaldığı bu salgın musibet ve bela, varoluşsal bir bilinçlenmeyi getirir mi? Yoksa “insanın insanın kurdu” olduğu vahşi dünya sisteminin işlemesine engel mi olur, devam mı ettirir? İnsanlık buna karar verecek…

Ancak şu kesindir ki, hiçbir şey, eksisi gibi olmayacak. Değerler, tavırlar, ilişkiler, irtibatlar, virüs gibi mutasyona uğrayacaktır. Bu değişim insanlığın eşitlendiği bir dünyayı mı, yoksa güçlünün ayakta kaldığı, zayıfın yok olduğu bir dünya düzeni mi getirecek? Bu soru, içinde yaşadığımız dünyanın, insanî ve vicdanî kalite ve mertebesini şekillendirecektir.