Dolar (USD)
32.27
Euro (EUR)
35.09
Gram Altın
2468.08
BIST 100
10319.96
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

23 Ağustos 2017

İstanbul'daki insani terör

İstanbul'un sahibi yok! Kime sorsanız ben İstanbulluyum demiyor. Sivaslıyım, Maraşlıyım, Trabzonluyum, Edirneliyim diyor. Oysa ki bu şehirde yaşıyor, kazanıyor, harcıyor, ürüyor ve ölüyor. Anadolu'dan İstanbul'a akan nüfusun mezarlığıdır bu anlamda İstanbul! Belki çoğumuz aslen filan memleketten olmamıza rağmen belki İstanbul'da doğmuşuzdur ama her nedense İstanbul'da yaşamamıza ve İstanbul'u "sevmemize!" rağmen İstanbul'u yeterince benimsemiyor ve sahip çıkmıyoruz.

Peki İstanbul'u sevmek nasıl olur? İstanbul'u sevmek yek diğerinin hakkına saygı göstermek ve bu şehirde sadece kendisinin yaşamadığını anlamakla olur. Köyde yaşadığımız hayatın aynısını bütün kurallarıyla büyükşehire taşıdığımızda şehir bir süre sonra köy ya da kırsalın kurallarının hüküm sürdüğü bir yer haline geliyor. Taksici, traktörünü harmanına park eder gibi kocaman caddenin ortasında durup yolcu alıyor! Arkada upuzun kuyruk! Minibüsçü köyündeki çöplüğe tükürür gibi şarp diye yere tükürüyor! Kadıköy'de tren garına yakın olan minibüs duraklarında, 50 metre ötede tuvalet olmasına rağmen minibüs şoförleri duvara bevlediyorlar, hem de milletin gözünün önünde! Gözlerimle şahit oldum, utandım! Öte yandan çocuk, eline çakıyı almış caminin mermerlerini kazıyor, kimse sesini çıkarmıyor. Oysa ki köyündeki ilk okulun camını kırsa "filanın oğlu okulun camını kırdı o yaptırsın" denir ve oluşan sosyal baskıyla zarar telefi edilir. Ama söz konusu mekanlar İstanbul'da olunca, nedense kimse gıkını çıkarmıyor! Şehir bir ara otopark mafyalarının, değnekçilerin elindeydi. İSPARK sayesinde bundan büyük ölçüde kurtulduk. İstanbul megaköy olarak yoluna devam ediyor. Şehirleşememiş kitleler sayesinde "şehir kültürü" yerini "maganda" ve "apaçi" kültürüne bırakıyor. Adama "neden böyle yapıyorsun güzel kardeşim" diyorsun, uyarıyorsun, sana ana avrat küfrederek mukabele ediyor!

Bazı yanlış sosyal davranış biçimleri eğitimle düzeltilir, yıllar alır, birkaç kuşağın Karacaahmet'te yerini alması beklenir. Bazı yanlış davranışlar da cezalandırmayla önlenir. Ama caydırıcı cezalarla! Öyle laf olsun kabilinden kesilen cezalarla değil.

Şimdi buradan yerel yöneticilere sesleniyorum. Oy kapmak için topluma yalakalık yapmayı bırakın da gerçeği görün. Bu kaosun altında bir gün ezilir kalırsınız. Kentleşmeye dönük kültürel içerikli programları özellikle çocuklar ve gençler için devreye sokmanız lazım. Diğer taraftan utanmadan milletin gözünün önünde o duvara işeyen minibüsçüye birkaç esaslı uyarıdan sonra devam etmeleri halinde sağlam bir ceza yollayın, bak bir daha yapıyorlar mı! Eğer yoksa mevzuatta, mevzuata alınmasını sağlamak lazım. Türkiye'de kamu otoritesinin etkisini hissettirmesinde boşluklar, suiistimaller ve vurdumduymazlık var. Merkezi idare ve yerel yönetimlerin caydırıcı cezalar üzerinde çalışması lazım. Ama siyasette ideal olan, doğru olan, üzerine değil de oy kaygısıyla toplumu okşama riyakarlığında olduğu için bugün bunu beklemek, belki de yersiz olur!

***

Muhafazakar belediyecilik hangi alanda sınıfta kaldı?

İstanbul 60'lardan sonra ciddi şekilde göç almaya başladı ve nüfus hızla artarak bugün 15 milyon gibi devasa bir rakama ulaştı. Haliyle ülkenin kırsaldan kente göç akışından en çok payı İstanbul aldı. İlk kuşak göçlerden sonra özellikle 70'lerde İstanbul'a akın daha da büyüdü ve şehir bugünkü sınırlarına ulaştı. Ulaştı ulaşmasına ama fiili durum ideal durumdan daha hızlı geliştiği için keşmekeş, terör, trafik, kirlilik ve kaos İstanbul'un kaderi oldu. Eski tip imar kirliliğini eleştirirken bir anda "yeni nesil müteahhitlik" ve "inşaatla büyümeyi hedef almış yeni nesil siyaset anlayışı" sayesinde nur topu gibi yeni nesil bir imar kirliliğini kucağımızda bulduk. Bir anda şehrin tarihi silüetini dahi kapatan, kapitalizmin ereksiyon vaziyeti almış, beton-çelik yığınları olan gökdelenler İstanbul'un kaderi oluverdi. Bin kişi yaşaması planlanan bir yere 10 bin kişinin yaşayacağı devasa ucubeler dikiverdik. İşin garip tarafı nedense hiç kimse işin sorumluluğunu üzerine almıyor. Rütbesi biraz yüksek olan daha aşağıdakine fırça atıyor ve durumu savuşturmakla yetiniyor. 16-9 hala duruyor mesela yerinde. Herkes birbirine fırça atarak sorumluluğu üzerinden atıyor. Şimdi sormak lazım, bunlar yapılırken siz neredeydiniz? New York'ta mı belediye başkanlığı yapıyordunuz? Ne ilçe belediyesi, ne büyükşehir ne de merkezi hükümet, her nedense kendini sorumlu görmüyor. Muhafazakar belediyecilik su, çöp, asfalt ve benzeri arazi işlerinde başarılı oldu ama estetik, sanat, çevreye saygı ve insanı merkeze alan şehirler kurma noktasında maalesef sınıfta kaldı, kabul etmemiz lazım. Kendimizi de kandırmayalım!

***

Büyükşehirde adamımız var!

Birkaç yıl evvel Laleli ile Beyazıt'ın kesiştiği noktada bir yere gittik hanımla. Orada bir kitapçılar çarşısı var. Çocuklara eğitici cd vs alacaktık. Caddede kazı yapılmış ve trafiğe kapatılmış, sadece soldan ve geriden çıkış var. Aracı beş dakika kenara park edeyim dedim. Küçük bir bitirim yanıma damlayıverdi. "Hoop abi oraya arabanı koyma..." "Niye abim?" dedim. "Oraya biz araba koyacağız, sen oraya koyamazsın" dedi. "Ama sizin dükkanın önü değil ki bak zaten kazı yapılmış burada ben de gideceğim beş dakikaya" deyince, "yok olmaz abey" dedi, kestirdi attırdı! "Ama bak böyle dayılanmakla bu iş olmaz şikayet konusu olursa büyükşehir belediyesine, size kabahatler kanununa göre ceza keserler" filan diyecek oldum. Bana ne dese beğenirsiniz. "Bir şey olmaz bizim orada adamımız var!" Meğerse orada hemşehrilerinden bir bürokrat varmış da onları orada himaye ediyormuş. Eh ne diyeyim, hemşehri derneklerinin okul ve kütüphanelerden fazla olduğu bir ülkede bu duruma başka ne yorum yapılabilir ki?

***

Güçlü olanın değil haklı olanınu2026

İster siyasette, ister ticarette, ister ailede, isterse şehir yaşamında olsun, herhangi bir haksızlık karşısında "güçlü olanın" değil de "haklı olanın" kazandığı bir hukuk düzeni kurup, u2013ki sadece kurmak yetmezu2013 işletebildiğimiz ve bunu sürgit kılabildiğimiz zaman adam olamaya başladık demektir! Eğer bundan torpille, rüşvetle, kayırma ve kollama ile, hemşericilikle, basit menfaatler için vazgeçersek bu ülkenin istikbali pek de parlak gözükmemektedir! Daha da kötüsü gelecekte, yeni 15 Temmuzlar kaçınılmaz hale gelecektir!