Dolar (USD)
32.37
Euro (EUR)
34.66
Gram Altın
2398.86
BIST 100
10192.98
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


İsterdim Babam Alsın Beni!

Önce Rabia Hanım sonra da İsmail Hakkı Danişmend öyle diyecekti senelerce evvel.

Alev dolu bir kasedir gönlüm yana yana,

Ben tâ senin yanında dahi hasretim sana.

Gelenekle modern zamanlar arasında kalan babaların çoğunun gönlü çocuklarına dönük alev dolu bir kasedir diye düşünüyorum. Modern yaşam, sokağı güvensiz bir anonim merkeze dönüştürdü. Evleri de her türlü materyalle donatılmış kapalı mekana. Daha doğrusu geniş bir hapishaneye. İşte bu mekanlarda çocuklar da sürekli, babalarının yanında onlara hasrettir gibi geliyor bana.

Baba yokken soruluyor ve özleniyorsa anlamlıdır. Çocuğun hayatında iz bırakmış ve bir boşluk açmıştır başka şeylerle doldurulamayacak. Aranmıyorsa bir baba günlerce hatta haftalarca uzak kalınca. Bundan acı şey olabilir mi bir baba için.

Çok iyi düşünelim. Anne, babanın boşluğunu doldurduğu için sormuyordur babasını çocuklar. Bu çok iyimser ve safdilane bir yaklaşımdır. Böyle anne nadir bulunur.

İyi düşünelim. Çocuk çok iyi yetiştirilmiştir ebeveynleri tarafından. Bu ayrılıkların sürekli değil sorumluluk gereği geçici olduğunun farkındadır.

Az iyi düşünelim. Hayat denen bu akan nehirde babanın sürekli balık yakalaması ve onu eve getirmesi gerekir. Balık ise her zaman oltaya takılmaz ve ağı doldurmaz. Bu nedenle beklemek zorunda kalır bazen günlerce ekmek teknesinde.

Daha az iyi düşünelim. Annesi ile arasındaki problemlerden ve yaşadıkları tartışmalardan dolayı çocuklar etkilenmesin diye evi terk etmiştir baba.

Hiç iyi düşünmeyelim. Çocuk evde sürekli şiddete maruz kalmıştır baba tarafından. Bundandır ki uzak kalması iyi olmuştur.

En kötüsünü düşünelim. Baba her türlü imkanı sağlamak için gece gündüz demeden çalışır. Günlerce evden uzak kalır. Çocuğun büyüdüğünün farkında değildir. Her eve dönüşünde onca hediyelerle gelir. Lakin çocuğun yüreğinden kopan ve diline yansımasa da çehresine akseden bir nevi Yunusvari şu elemini hala anlamamaktadır.

Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni

Evet, bütün çocuklar aynı dili konuşur. Bu dilin adı oyundur. Oyunun ise zamanı ve mekanı yoktur. Yeter ki oynamasını bilelim çocuklarımızla. Acaba oyunda nasıl bir gerçeklik var.

Mizah, oyunun ana temasını teşkil eder. Babanın otoritesi oyunda geçmez. Kimliğinden sıyrılıp çocukluğuna gitmesi ve çocuğuyla özdeşim kurması anlamlı kılar oyunu. Tabi ya! Dünya bir oyun ve oyuncak yeridir denilirken bizim oyunu nasıl anlamamız gerektiği vurgulanır. Çünkü her oyun kurgulanmış bir güzelliktir.

Can Bey kalabalık bir ailede yetişmişti. Baba veya anne sevgisini tam hissedemezse de onun açığını giderecek bir çok sevgi daha vardı o ailede. Çünkü aile henüz parçalanmamıştı. Babaanne ve dedenin varlığı, amcaların ve halaların aynı evde yaşaması bütün bu eksiklikleri giderir boyuttaydı. Hatta fazlası bile vardı. Sevecenliğinden dolayı bazen aşırı ilgiden sıkılır ve kenara çekilerek nazlanırdı. Lakin kalabalık ailede nazdan çok niyaz makbuldür. Çok değerli bebek de olsanız yine bir işin ucundan tutmanız gerekir.

Can Bey büyümüş ve evlenmişti. Ne yazık ki onun zamanında aile parçalanıvermişti. Çocuk sayısı da olabildiğince azalıvermişti. Lakin onun yine de dünya tatlısı üç çocuğu olmuştu. Can Bey geçmişini yargılamıyordu. Anne ve babasını suçlamıyordu. Lakin ben daha iyisini yapabilirim diyordu. Bu nedenle de çocuklarına elinden geldiği kadar zaman ayırıyordu.

Mesela çocuklarının altını temizler, banyolarını yaptırır, kızlarının saçlarını tarar ve en güzel elbiselerini giydirerek süslerdi onları. Çocukların oyunlarına elinden geldiği kadar eşlik eder özellikle uyuturken nice ninniler söyleyerek uykuya geçmelerini sağlardı. Sonra bir müddet uykudaki o melekvari çehrelerini seyreder ve ne müthiş mucizeler olduklarını idrak etmeye çalışırdı. Yaşları büyüdükçe de onları büyük adam yerine koyar ve onlarla toplantılar yapardı. Lakin yaramazlıklarını da karşılıksız bırakmazdı.

Evet yıllar çok hızlı geçiyordu. Aynı hızla da çocuklar büyüyordu. Her yaş beraberinde getirdiği farklı durumlarla evin içine güzellik katıyordu. Zaman artık kuşların yuvadan uçma zamanıydı. Çocuklar bir bir yuvadan hayatın içine uçuyor, Can Bey de bunun hüznünü derinden hissediyordu. Lakin dayanmalıydı buna. Yoksa ayakları üzerinde duramayacaktı çocukları. Hayat işte böyle bir şeydi.

Can Bey yine bir iş vesilesiyle evden ayrılmıştı. Çocuklarını anneleriyle bırakmıştı. Uzaktan takip ediyordu evini. Anneleri durumu idare ediyordu. Lakin Can Bey bir şey olacağını hissediyordu. Ve beklenen oldu. Uzun bir ayrılık olmamasına rağmen çocuklar annelerinin başının etini yer gibi babamız ne zaman gelecek diyorlardı. Ve bir gün anne, dünya güzeli bonus kafalı minik serçesini okuldan almaya gidince mahzun ve özlem dolu bir edayla isterdim babam beni alsın cümlesini duymuş ve aktarmıştı Can Bey’e bunu.

Bir anda Cemal Süreya’nın babası Hüseyin Beyle olan acı serüveni aklına gelmiş ve üzülmüştü Can Bey. Altı yaşında annesi Gülbeyaz’ı kaybeden, kamyon şoförü olan baba Hüseyin’i ancak on beş günde bir görebilen küçük Cemalettin şöyle demişti: ... Ben uyurken, gece yatağıma eğilir, yanağımdan, daha çok da kaşlarımın ve gözlerimin birbirine en yakın olduğu yerden hafifçe öperdi. Belli belirsiz ayrımsardım, yarın iyi bir gün olacak. Ve yanında iken bile hasret olduğu babasına şöyle seslenecektir Cemal Süreya Seber.

Yitirdim ya da hiç olmadı sanıyordum

Oysa karışık bir anı gibi

Seni uyurken öpmesi gibi babının

Bir ilkkar tomurcuğu gibi

Evet Can Bey çocuklarında bir boşluk oluşturmuştu anlamlı bir şekilde. Hem de hiç kimsenin dolduramayacağı bir güzellikte.

Can beylerin çoğalması dileğiyle...