Dolar (USD)
32.51
Euro (EUR)
34.84
Gram Altın
2440.25
BIST 100
10082.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

31 Mart 2024

​Kâinatın övüncü Hazret-i Muhammed

Yaradılmışların övülmüşü sevgili Peygamberimiz hakkında pek çok kitap yazıldı. Metin Köse yeni eserinde Kâinatın Efendisini anlatıyor.

Son ve en güzel din İslamiyet’i insanlığa tebliğ eden Peygamber Efendimiz hakkında asırlardır Siyer-i Nebiler yazılıyor. İslam âlimleri ve müellifler, O’nun müjdeci ve kurtarıcı şahsiyeti üzerinde durdular. Tebliğ ettiği İslam dinini öğrenenler, kendisine indirilen ilahi kitap Kur’an-ı Kerim’i okuyanlar ve uygulayanlar, kurtulanlar zümresine dâhil oldu. Hattatların en büyük ideali nasıl Kur’an-ı Kerim’in tamamını hüsnü hat ile yazmak ise müelliflerin de en büyük gayesi sevgili Peygamberimizin hayatını kaleme almaktır.

Metin Köse’nin Hece Yayınları’ndan çıkan Kâinatın Övüncü Hazret-i Muhammed tam da idrak ettiğimiz bu mübarek Ramazan günlerinde okuyucuların eline ulaştı. Bazı kitapları bulunan yazar, roman tadında kaleme aldığı bu biyografik eserle okuyucularının önüne çıkıyor. İslami kaynaklardan yararlanan ve bu çalışma için derin araştırmalarda bulunan Metin Köse, Peygamber Efendimizin doğumundan başlayıp vefatına kadar olan hayatını anlatıyor. Bütün insanlığa örnek şahsiyetini anlatırken “Muhammed’ül Emin” olarak kendisine güvenilen Yüce Nebi’nin önderliğini ustalıkla anlatıyor. Metin Köse şöyle diyor: “Her yazarın bir gün mutlaka yazabilmeyi hayal ettiği bir baş kitap vardır. Benim baş kitabım ise Peygamberimizi (s.a.v.) anlatmalıydı. Bu hayal, bundan tam otuz yıl evvel daha henüz genç bir köşe yazarıyken, üstelik hiçbir kitabım yayımlanmadan çok önce gönlüme düşmüştü. Sonrasında yayımlanan kitaplarım ise bu baş kitabı yazabilme yolundaki tecrübelerimi oluşturdu.”

Dört senede hazırlanan akıcı ve sürükleyici bir üslubu bulunan eserin şiir tadındaki giriş metnini okuyalım: “Gün;/Kâinatta,/Gelmiş ve gelecek günlerin en güzeli./Zaman;/Kâinatta,/Yaşanmış ve yaşanacak zamanların en güzeli./Yer;/Arş’ı Ala’daki Mi’rac’ın/Yeryüzündeki izdüşümü/Şehirlerin anası Ümmül Kur’a,/İnsan diliyle Mekke/An;/Rebiülevvel’in ikinci gecesi/Mekke’de ufuklar ağarırken/Vakitlerin sultanı seher vakti/Kâinatın Efendisi insanlığa teşrif etti.”

MEVLÂNA

Günümüz ilim âleminin değerli şahsiyetlerinden Prof. Dr. Süleyman Uludağ, Mevlâna adlı eserinde büyük İslam mutasavvıfının farklı ve az bilinen cepheleri üzerinde duruyor. Mevlâna’nın şeyhi Şems’i anlatan, Celaleddin’in hocasından nasıl istifade ettiğini detaylı olarak dile getiren Uludağ, Mesnevi üzerinde de etraflıca duruyor. “Mesnevi nasıl bir eserdir?” sorusuna müellifimiz şu cevabı veriyor: “Mesnevi’yi anlamak ve anlatmak için Mevlevihaneler kurulmuş, Mesnevihanlar yetiştirilmiş, Mesnevi üzerine nesir ve nazım şeklinde şerhler, açıklamalar, yorumlar, değerlendirmeler ve okumalar yapılmıştır. Mesnevi, en fazla alaka gösterilen ve en çok okunan eserlerden birisidir.” Mevlâna’nın halkın kullandığı edebî anlatı türlerini kullandığını belirten Süleyman Uludağ, “Mevlâna, atasözlerini, mazmunları, vecizeleri tabirleri, deyimleri ve darbı meselleri, tasavvufi düşüncelerini açıklamak için hareket noktaları ve mesned olarak kullanır.” diyor. “Mevlâna ve Dili” üzerinde duran yazar, “Mesnevi’yi Nasıl Okumalı?” sorusuna cevap veriyor. Eserin son bölümünde Mesnevi’nin muhtevası konusunda ayrıntılı malumat yer alıyor. Bir bakıma Mevlâna’nın eserlerini ve bilhassa Mesnevi’yi okumamış olanlar için bir müracaat kitabı olan kitap, şu dört bölümden meydana geliyor: “Büyük Mutasavvıf, Veli, Şair ve Ârif Mesnevi Nasıl Bir Eserdir?”, “İnsan”, “İman”, “Ruh”. Bu kısımlarda işlenen belli başlı temalar ise şöyle: “Bilgi Meselesi”, “Hayret ve Dehşet”, “Münâcât”, “Kâmil İnsan”, “Evliya”, “Şeyh”, “Pîr”, “Mürid-Murâd-İrade”, “İrfan ve Ârif”, “Hakikat ve Ehl-i Hak”, “Felsefe ve Filozof”, “Ahlak”, “Edeb”, “Adâb”, “Tevhid”, “Vücûd”,”Melek”, “Peygamberler”, “Semavi Kitaplar”, “İbadetler”, “Kalp”, Nefs”, “Sır”, “Akıl”, “Hâller”, “Makamlar”, “Fena ve Beka”, “Hayret ve Dehşet”, “Zahir ve Bâtın”.

ŞEHRİSTAN

Şehir yazıları ve şehirler için yazılmış şehrengizlerin sayısında artış var. Şehirlerin ruhuna değer veren bir dinin ve mimarisini önemseyen bir milletin mensupları olarak bu gelişme çok güzel. Mehmet Kurtoğlu’nun Şehristan kitabını da bu heyecan ve mutlulukla okudum, sevdim. Kurtoğlu’nun bu yoldaki makalelerini zaman zaman kültür sanat dergilerinde görebiliyoruz. Yazar, emek verdiği bu yazıları bir kitapta toplamış bulunuyor. Doğrusu çok isabetli ve hayırlı bir iş yapmış. Zira bütün dergileri herkes takip edemez ama bu sayede ‘şehir kitapları’mıza seçkin bir eser daha eklenmiş bulunuyor. Önsöz’de şöyle deniliyor: “Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e gelene kadar şehir kurma peygamber geleneğidir. Tarihin en önemli kadim ve kutsal şehirlerini Peygamberler kurmuştur. Bu yüzden şehir kurma, medeniyet inşa etme bağlamında Müslümanlar büyük bir tecrübeye sahiptir. Bugün bu büyük tecrübeyi göz ardı eden Müslümanlar, Batı’nın Hıristiyan-kapitalist şehircilik anlayışına teslim olmuş, hatta daha ileri giderek kadim İslam şehirlerini Batı şehirlerine dönüştürme çabasına girmişlerdir.” Daha ilk satırlarda modern şehirlerimizi kuranlara karşı haklı ve yerinde bir eleştiri var. Kurtoğlu’nun bu öfkesi boşuna değildir. Zira Müslümanlar geçmişte çok güzel şehirler inşa etmişlerdir. Asırlar geçmesine rağmen ihtişam ve zarafetleriyle hatırlanan bu şehirleri tesis edenlerin bugün kötü yapılar inşa etmeleri şüphesiz acınası bir hâldir. “Şehirlere ruh ve çehre kazandıranlar ancak Sinan gibi metafiziği güçlü, ufku geniş, mühendisliği hendeseden ibaret görmeyen büyük mimarlardır.” diye de ilave ediyor yazarımız. Yani “Biz geçmişte başarmıştık, bugünkü çaresizliğimiz niçin?” demek istiyor. Bu davasını da ispatlıyor ilerleyen bölümlerde: “Kadim şehirlerimizin insani ilişkileri merkeze alan ve olmazsa olmazı olan cami, medrese, han, hamam, bedesten vb. mekânlar ihmal edilmiş, bu yüzden komşuluk, yardımlaşma, hemşerilik ve yerlilik kaybedilmiştir. Meydanlar parklara dönüşmüş, musluklarından su ve şerbet akan çeşmeler kurumuştur.”

Şehirlerin birçok kavram ve saha ile münasebetlerini ele alan Kurtoğlu, öncelikle inanç üzerinde durur ve şu kanaatini okurlarıyla paylaşır: “Şehir ve inanç birbirini var eden şekil ve ruh gibidir. Şekli olmadan ruh, ruh olmadan şekil olmaz. Şekil ancak ruhla anlam kazanır, varlığını ortaya koyar. Şehirlere bakarken, onları var eden sebeplerin başında inancın geldiğini unutmamak gerekir. Çünkü şehirler inançtan doğar.”

ŞEHİR TAHAYYÜLÜ

Kitap hacimli, işlenen konular çok: “Şehir Tahayyülü” bölümünde “Şehir ve Vakıf”, “”Şehir ve İnsan”, “Şehir ve Köy”, “Şehir ve Estetik”, “Taş ve Şehir”, “Şehir ve Zaman”, “Şehir ve Rüya”, “Şehir ve Roman”, “Şehir Tarihçiliği”, “Şehir Dergileri”, “Edebiyatın Şehirleri”, “Seyahathanemeler” vb. konular derinliğine anlatılıyor. “Şehir Düşüncesi” adlı ikinci kısımda ise “İdeal Şehir”, “Yûnus’un Gönül Şehri”, “Mehmed Âkif’te Şehir Mefhumu”, “Yahya Kemal’e göre Şehir” yazılarını okuyoruz. Devam eden sayfalarda Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç gibi öncü edebiyatçıların şehir telakkileri ve şehirlere bakışları anlatılıyor. Şehre “ulu bir nazarla” bakılan kitap, okuyucuyu güzel ve anlamlı bir yolculuğa çıkarıyor. Belki de toplum olarak üzerinde fazla durmadığımız incelikleri bize hatırlatıyor. Mesela “Şehir Kütüphaneleri” başlıklı şu yazının ilk satırlarını dikkatle okumak gerekmiyor mu: “Bir şehri bir mabet, bir mabedi bir inanç, bir inancı bir kitap doğurur. Çünkü bütün ilahi dinlerin kaynağı kitaptır. Her resul bir kitap sahibidir, her nebi bir kitabın peşinden gitmiştir. Şehirleri kuran irade aynı zamanda medeniyeti kuran iradedir. Bu irade ilhamını kitaplardan ve kütüphanelerden almıştır.” İbretle, dikkatle ve rikkatle okunması gereken mühim bir eser.

HECE’DEN HİKÂYELER

Türk edebiyatında son yıllarda öne çıkan başat türlerden biri de ‘hikâye’dir. Kimisi ‘öykü’ diyor, fark etmez. Esasen aynı kapıya çıkıyor. “Yazı, Editörlük ve Medya Kursu”muzda 15 yıldan beri bu türü de işliyorum ve görüyorum ki gençler, hikâye yazmayı çok seviyor. Zira her birinin başından mutlaka anlatmak istediği bir hikâye geçmiştir. Yaşamamışsa bile yakın bir arkadaşının hikâyesini dinlemiştir. Bilindiği gibi roman Batı menşelidir ve bizde yenidir. Tanzimat’la yerleşmiş, gelişmiş ve günümüze gelmiştir. Ama hikâye çok daha köklü bir anlatım tarzı. Hikâye türünün Türkiye’de son yıllarda öne çıkmasında Hece Yayınları ve Hece Dergisi’nin de büyük rolü vardır. Hece Öykü de bu bünyede hikâye sever okurlara ulaşıyor. Hece Öykü Yayınları’ndan yeni çıkan ve daha sonra genişçe ele alınabilecek olan hikâye kitaplarının isimleri ve yazarları şöyle: Yarım Kalan Her Şeyle (M. Talha Özmen), Kırık Kalemler Dükkânı (Esra Kılıç Türedi), Beli Bükük ile Mezar Taşı (Rukiye Saran Aydın), Vakitsiz Ölüler Yurdu (Sema Bayar), Bütün Mümkünler (Nadir Aşçı), Sonsuz Eksi Bir (Hatice İbiş), Kahramanın Sonsuz Kısa Yolculuğu (Suavi Kemal Yazgıç). Aynı çatı altında, yani Hece Yayınları etiketiyle vitrinlere yeni çıkan üç eser daha var: Ayaz Gıylecev’in Tek adlı romanını, Manzura Kaliyekova’nın Muhammed Haydar Duwlati biyografisini ve Murat Babadağ’ın Failin Tarihi İyi Tasarım Kavramının Kökeni kitabını okuyabilirsiniz. Hepinize bu mübarek Ramazan ayında hayırlı, huzurlu ve bereketli okumalar diliyorum.