Kalbimize yaklaşmak
Yirminci yüzyıl, insanın can havliyle kendini erimekten, eşya ve evren içinde kaybolmaktan kurtarma çırpınışlarıyla doldu. Hiç bir yüzyılda insan bu kadar telaşlı olmadı, bu kadar acele etmedi.
Sezai Karakoç
Başımızı hangi yöne çevirirsek çevirelim göreceğimiz çizgiler eskisi kadar belirgin değil. Her şey hızın pençesinde yeniden şekillenip yeniden var oluyor, var olur olmaz da acayip bir hızla eskiyor. Her şey soluk soluğa. İnsanın damarlarında kan değil hız dolanıyor sanki. Gün geçtikçe her şey yer değiştiriyor, biçim değiştiriyor, ruh değiştiriyor. Kendini kendi rüzgarıyla körükleyen bir hız, hızla ele geçiriyor hayatı; ayrıntılarını silip hızla flulaştırıyor. Günden güne insanın ruhuna ağırlık verecek kadar hafifletiyor, yavanlaştırıyor.
Kimse elimde ne var diye bakmıyor, herkes gideceği yerin otobüsünü kaçırmış gibi biçare. Ağaçları, kuşları ve dahi kendini dinlemiyor. Oysa “En uzun yoldur insanın içi...” Meşguliyet çağının bir gereği olarak, biraz boş kalsa hemen boşluğa düşüyor insan. Sonra büyük bir can sıkıntısı başlıyor.
Araştırmalar, can sıkıntısının sağlığı olumsuz etkileyen, hatta ömrü kısaltan tehlikeli ve rahatsız edici bir durum olabileceğini gösteriyor. Fakat Mann’ın çalışmaları, can sıkıntısının insanın yaratıcılığını tetikleyen olumlu bir etkisinin olduğuna da dikkat çekiyor.
Sandi Mann can sıkıntısı sayesinde insanların merak duygusunun, hayal gücünün ve yaratıcı özelliklerinin geliştiğine inanıyor. Bu nedenle can sıkıntısından korkmamak gerektiğini belirtiyor. “Çocuklarımın yaratıcılık özelliklerinin gelişmesi için canlarının sıkılmasına izin veriyorum,” diyor.
Can sıkıntısı öyle itici bir duygu ki ondan hemen kurtulmak istiyoruz. Ama aslında ille de bir çare bulmak için uğraşmamalı, bu duygunun bize ne anlatmak istediğini anlamak için dinlemeliyiz.
Can sıkıntısını hemen gidermek için akıllı telefona ya da tablete başvurmak ters etkide bulunabilir. Teknoloji sayesinde fazlasıyla uyarılmış durumdayız. Merakımızı canlı tutacak daha hızlı ve daha kolay bir yol bulma peşindeyiz hep. Oysa bu durum daha çok can sıkıntısı yaşamamıza neden oluyor.
Anı kurtarmak yerine daha uzun erimli sorunlara kafa yormak daha akıllıca olabilir. Örneğin, insanlara hayatın daha büyük anlamı olduğunu hissetmelerini sağlayacak şekilde yaklaşıldığında insanların daha az sıkıldıkları gözlemlenmiştir.
Velhasıl hayatımızda kendimize ve varoluş sebebimize daha çok yer açalım. Açalım ki nesneleştirmeyelim kendimizi. Bunun için israf ettiğimiz vakitleri değerlendirebiliriz. Kalbimize yakınlaşmak için yıllık iznimizi ya da emekliliği beklememiz gerekmiyor.