Dolar (USD)
34.26
Euro (EUR)
37.58
Gram Altın
2878.15
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

28 Temmuz 2022

Kalp açmazı, karın tokluğu

Ancak kalbiyle yaşayanlar hayatın ne olduğunu anlayabilir ve yaşamı anlamlandırabilir. Yahut sözü şöyle düzeltebiliriz; Yalnızca kalbiyle yaşayanlar hayatın sırrına ulaşabilirler. İnsan gizem avcısı olduğu zaman aradığı şeyin ne olduğunu bilir ve onu bulmak için her zaman bir adım önde olur. Bunun için de hayat rehberi olarak kalbini öncelemelidir.

Lakin günümüzde insanların geneli kalbi yerine karnı ile yaşıyor. Kalbin ihtiyaçlarından ziyade midenin ihtiyaçlarını önceliyor. Bu durumun neticesinde ortaya çıkan toplum da maddi ihtiyaçların gölgesinde yaşayıp gidiyor. En ufak bir ekonomik krizde çalkantılı bir hal alıyor.

Durum böyle olunca da ahlaki duruş ve erdemin zorunluluğu geçmişin tozlu raflarında yerini çoktan almış gibi görünüyor. Kalbe dokunan hikâyeler evvelin söz sanatından başka bir şey ifade etmiyor yenilenmiş toplum için. Yenilenirken de yenildiğini fark etmeden geçmişinden bihaber yaşayıp gidiyor. Toplum ahlaki olarak çökertildiği halde kimse bu durum için bir şey yapmazken en ufak bir maddi krizde felaket tellallığı yapılıyor.

Hepimizin bildiği “Hırsızın hiç mi suçu yok?” hikâyesinde hep ev sahibine yükleniyoruz. Herkes çalmak eyleminin yüklemi olarak hırsızı görüyor. Çalmak adi bir suç olarak kabul görülmekten ziyade hırsızın asli görevi olarak kabul ediliyor. Bu sebeple yapılan eylemin yanlışlığından ziyade yanlışlar öznelerin asli görevi sayılıyor. Biri de çıkıp bu durumun yanlış olduğunu dile getirme cesaretinde bulunmuyor.

Peki, insanlığın bu hale gelmesinde şartların ve sistemlerin hiç mi suçu yok? Pekâlâ, var tabi ki! Toplum mühendisliği adı altında bilinçaltımızdan başlayarak sürdürdükleri işgal pek de hafife alınmayacak bir hal almaya başladı.

Eskiden mimarlar varken şimdilerde mimarların dahi kategorize edildiği bir toplumda iç mimar diye bir kavram türedi. Bilmem kaç artı bir evlerin iç dizaynında dahi üç beş eşyayı öyle yerli yerine koyup göz zevkimize hitap edebilmeyi başarmış bir sistem, psikanaliz yöntemiyle iç dünyamızı dizayn etmeye dünden başlamış da, haberimiz yok. Biz ise hala başımıza gelen olaylar için tesadüf mü tevafuk mu tartışmalarıyla geçmişten gelen bir kaç kırıntı bilgi ile kendimizi haklı görmenin çıkar yollarını arıyoruz.

Kalp eskilerin tabiri ile sevgiyi de nefreti de aynı anda ruhunda barındırabilen ve yaşamın her türlü koşullarına karşı bir duruş ortaya koyabilecek değere sahipken mide ise günü kurtarma derdinde sadece ihtiyaç temelli varlığını idame ettirme gayretindedir. Mesele bu kadar basit iken iç mimar adı altında kişisel gelişim söylemleriyle ruhumuzu kalpten arındırıp sindirim temelli bir olgu haline getiren sistem, zil çaldığı zaman öncelenmesi gereken organın kalp değil de karın olduğunu bize kabul ettirdi. Bu kabulleniş ise maalesef ki teslimiyetimizin ilk basamakları oldu. Zaman ilerledikçe de mideyi o kadar hayatımızın merkezine aldık ki, bir kalbimiz olduğunu unutmaya başladık.

Bir kalbi olduğunu unutan insan ise dününü gününe katarak, günü yarına ekleyerek manevi taleplerini öteleyerek karın tokluğuna çalışmaya başladı. Günü kurtarma derdinde toplumsallıktan bireyselliğe geçişin evrelerini bir oyunun levellerini geçer gibi yaşayan insan hem bir sosyal varlık olduğunu unuttu, hem de hayatı sadece yemek içmekten ibaret sandı. Yanlış anlaşılmasın, çalışmaya karşı değiliz. Lakin önceliklerin kavramlar üzerinden farklılaştırılmasını anlamlandırmakta güçlük çekiyoruz. Toplumsal facianın ayak seslerini daha gür duymaya başladığımız şu günlerde bir şeyler yapmanın ne kadar elzem olduğunu bir kez daha görüyoruz. Bugün bir şeyler yapmazsak, yarın bir şey yapmak için geç kalmış olacağız.

Unutmayalım ki, hayat, karnımız aç kaldığında değil, kalp durduğunda biter. Vesselam.