Dolar (USD)
32.21
Euro (EUR)
34.74
Gram Altın
2426.77
BIST 100
10172.12
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

27 Kasım 2019

Karar Ver Türkiye! “Üretim” mi, “Rantiye” mi?

Türkiye’de 2018 yılında en çok vergi veren şirketlerin listesi açıklandı. Geçen yıl en fazla vergi ödeyen ilk 5 sırada bankalar bulunuyor. Kurumlar vergisi türünde ilk sırayı Merkez Bankası işgal ederken onu Ziraat Bankası, Garanti Bankası ve İş Bankası takip ediyor. Türkiye Petrolleri ise ancak kendisine 5. sırada yer bulabiliyor. Türkiye’de çok büyük çaplı kamu ihalelerini kazanan ve milyar dolarlık bütçelerle proje teslim eden inşaat şirketleri veya müteahhit firmalar ise vergi sıralamasında neredeyse yoklar. Bu durum bir tesadüf mü? Araştırmaya değer doğrusu.

Şimdi bir de Almanya’da vergi rekortmeni olan ilk beş şirkete bakalım. 1.sırada Volkswagen, 2.sırada Mercedes, 3.sırada BMW, 4.sırada EON Enerji, 5.sırada ise Deutsche Telekom bulunuyor. Almanların vergi rekortmenleri, listeden de açıkça anlaşılacağı gibi “büyük çapta üretim yapan” ve “global pazarlarda rekabet eden” firmalardan oluşuyor. Mesela listenin ilk beşinde Almanya’nın en büyük bankaları olan “Deutsche Bank” ve “Commerzbank” gibi dev finans kuruluşları yok.

İki ülke arasında vergi rekortmenleri bazında bir mukayese yaptığınızda gerçekler bütün çıplaklığı ile gözümüzün önüne seriliyor. Türkiye 2019 yılı itibarıyla el’an rant ekonomisinin pençesinde debeleniyor. Üretimden, ihracattan kazanan ve büyüyen, reel sektörün dinamizmi ile geleceğe yürüyen bir ekonomik tablo çizemiyoruz maalesef. Oysa ki cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kamal bir veciz sözünde şunu söylüyor: “Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.” Bu söz üzerine başka bir şey söylemeye gerek var mı?

Yukarıdaki tabloya baktığımız zaman faiz borsa ve kur üzerinde tepinen ancak iş üretime geldiği zaman yerinde sayan, üretim yapanın cezalandırıldığı, paradan para kazananın ödüllendirildiği bir sistemi ayakta tutmak ve kendimizi bununla avutmak için elimizden geleni yapıyoruz. Eğer bir ülkede bir girişimci elindeki sermaye ile istihdama, vergiye, ihracat ve üretime katkı sağlamak ve para kazanmak maksadıyla bir fabrika açmak yerine elindeki kuru parayı faize yatırıp keyfine bakmayı tercih ediyorsa, o ülkede paranın da ekonominin de patronu bankalardır. Bankaların patron olduğu ve özellikle faaliyet dışı gelirlerini günden güne büyüttüğü bir ekonomik iklimde ne tüketicinin yüzü güler ne üreticinin ne de devletin.

Türkiye bir rantiye cennetidir. Kur, faiz ve borsa üçlüsü üzerinden özellikle büyük çaplı yabancı yatırımcılar servetlerine servet katarlar. Üretimin riski yüksek, getirisi düşük olunca yatırımcı da haliyle üretmeden kazanma yolunu tercih eder. Tüketici ise daima tüketmeli, cebinde olanı tükettikten sonra bankaların yapacağı faizli fonlama sayesinde geleceğine de borçlanmalı, cebinde olmayan parayı da harcamalıdır. Bu sayede özellikle ithalat yoluyla ülkeye giren ürünler bayram etmeli, küresel şirketlerin buradaki bayileri bankaların sağladığı kolaylıklarla köşeyi dönmelidirler. Bu arada yerli yatırımcı ise gözünü nakit akışının yüksek olduğu sektörlere diker. Nasıl mı?

1995 yılı ile 2015 yılı arasında özellikle Türkiye’de büyük çaplı üretim zincirine sahip olan Sabancı Holding gibi devasa yapıların bundan 20 yıl önce yaklaşık 85 civarında fabrika sahibi olduklarını ancak günümüzde bu sayının oldukça düştüğünü ve söz konusu büyük şirketlerin daha çok perakende ve bankacılığa yöneldiğini göz önünde bulundurursak ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Demek ki ülkede artık büyükler de üretmeyi kârlı bulmuyorlar!

İşte kapitalizm böyle bir şeydir. Dev küresel şirketler ürünlerini satmak için önce içerideki milli ekonomik yapıyı çökertirler, üretemez hale getirirler. Sonrasında ülke içi yatırımcıyı üretim alanından çekip birer distribütör haline dönüştürürler. Nihayetinde herkes üretmekten vazgeçer, bankaların patron olduğu, tüketicinin yüksek maliyetli krediler yoluyla köleleştirildiği bir ekonomik düzen kurulur. Milli devletler bu düzene ikna edilir, rant ekonomisinin daha da büyümesi için küresel yatırımcılar tehdit ve şantajlarla çeşitli tavizler kopararak içerideki yerli işbirlikçileri kanalıyla kazançlarına kazanç katarlar. Üretmek yüksek maliyetli bir alan haline gelince ülkede işsizlik artar, üretim azalır, ihracat beklenen düzeye çıkmaz, sermayenin tabana yayılması da mümkün hele gelmez. Küçük girişimci, esnaf ve KOBi iş yapamaz hale gelir. Bankaların, küresel şirketlerin ve onların içerdeki bayilerinin patron olduğu bir ekonomik düzen kurulur. Böyle bir düzende düzülen hep küçük girişimci, işçi-emekçi-memur kesimi ile sıradan tüketicilerdir. Geniş halk kesimleri futbol maçları, at yarışları ve lotarya kampanyalarıyla bir ümidin ve boş hayalin peşinde ömrünü heba eder. Birileri ise kesesini doldurmaya devam eder! Tam da küresel çetelerin arzuladığı düzendir bu, hayırlı olsun!