Dolar (USD)
32.37
Euro (EUR)
34.69
Gram Altın
2397.03
BIST 100
10160.85
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

12 Aralık 2022

Katılım bankaları niçin gelişmiyor-1

Bankacılık sektöründe yaklaşık yarım asırdır yer alan katılım bankaları çok tartışılan konulardan biridir. Sektördeki insanların ana eleştirilerinden biri, bunun da bir tür faiz olduğu yönünde ve ayrıca, temel eleştirilerden biri de bu bankaların konvansiyonel (faizli) bankalar ile yaklaşık eşit oranda kar payı vermeleri. Bununla birlikte bir diğer eleştiri de katılım bankalarının çalışma esnekliğinin konvansiyonel bankalardan daha az olduğu yönünde. Sair konulara bu yazıda değinmeyeceğiz birkaç konuya kısaca dokunacağız. Katılım bankaları konusunu zaman zaman yazmaya da devam edeceğiz.

Öncelikle, katılım bankalarının da faiz müessesesi olduğu yönündeki eleştiri bağlamında şunlara değişebiliriz: Bir işlemin yapılması için taraflar arasında bir sözleşme yapılması ve o sözleşme kapsamında iş yapılması esastır. Sonuçların aynı olması, sözleşme ilişkisinin niteliğini değiştirmemektedir. Bu konuda verilen klasik örnek şöyledir: Bir hayvanı keserken Allah’ın adıyla kesilirse helal, aksi halde haram olması örneği verilir. Diğer örnek ise çocuk sahibi olmak için icra edilmesi gerekli fiiller bellidir. Çocuk sahibi olmak nikah anlaşması veya zina anlaşması kapsamında mümkün olabilir. Nikah akdinde taraflar arasındaki sözleşme bir evlilik sözleşmesidir. Oysa, zina akdinde evlilik bağı olmaksızın yürütülen bir birliktelik vardır. Her ikisinde de aynı filler icra edilerek çocuk sahibi olunabilir, ancak aradaki anlaşma/sözleşme/akit birini haram, diğerini helal kılar. Bu nedenle niyet ve akit aynı fiilleri bir tarafta meşru diğer tarafta gayrımeşru yapar. Aynı bunun gibi, şartları oluşmuş ise, finansal sözleşmelerde de faizli muadilleri ile aynı sonuçların doğması o işlemin faiz olması sonucunu doğurmaz. Aradaki sözleşme ilişkisi olaya meşruluğunu verir. Fakat, sözleşmeler zinciri uygulamada sorunlu yürütülüyor mu onun da ayrıca incelenmesi lazımdır.

İkinci konu ise konvansiyonel (faizli) bankalar ile yaklaşık eşit oranda kar payı vermeleri meselesidir. Bu noktada, iki hususa değinilebilir; birincisi finansal sektördeki operasyon maliyetleri ve rekabetçi kar marjları bellidir ve her kurum bu kapsamda hareket etmek zorundadır. Bu nedenle yaklaşık eşit kar marjları doğması normaldir. Ancak, sektörün işleyişinde katılım bankalarının dengeleme havuzu sisteminin uygulanması halinde işleyiş meşruluğunu yitirir. Dengeleme havuzu uygulamasında; herhangi bir zamanda oluşan karlılık ortalamanın üzerinde olursa, fazlası bankanın dengeleme havuzuna alınmakta, ortalamanın altında kalırsa dengeleme havuzundan nakit akarım yapılarak müşterilere piyasa ortalamasına yakın bir kar payı verilmektedir. Bu da şu demek aslında, herhangi bir zamanda katılım bankasına para yatırmış olan bir kişinin eksik veya fazlası o kişinin bulunmadığı dönemde sistemde olan kişilerin işlemlerinde kullanılmaktadır. Bu da ortaklık ilişkisinin ruhuna aykırılık oluşturmaktadır. Düşünün, siz bir ticari faaliyete ortak oldunuz, sizin bulunduğunuz dönemde çok kar oldu, paranızın bir kısmını kestiler, sizden sonra başka biri ortak oldu, onun döneminde az kar oldu, sizin paranızı ona verdiler. İnsan demez mi, bu nasıl ortaklık…

Ayrıca, Londra metal borsasındaki kâğıtların fiziki karşılığı olmadığı biliniyor. Bu piyasada kağıt işlemleri yapılması veya sair fiktif işlemlerin meşruluğu olmadığını biliyoruz. Ayrıca, BIST’te açığa satış yapılmasının da meşruluğu olmadığı bilindiği halde katılım bankasının açığa satış yapmasının meşruiyet sorunu doğuracağını biliyoruz. Ayrıca, aynı işlemin maliyetinin katılım bankalarında daha yüksek olması da pejoratif bir üslupla eleştirilir, “cennet ucuz değil” şeklinde latife yapılır.

Katılım bankalarındaki ana sorun ise müşteri ve mevduata yaklaşım noktasındadır. Katılım bankası, resmen paranızın kölesi haline getiriyor sizi, pek çok konvansiyonel bankada bulabildiğiniz işlem konforunu ve esnekliğini bulamıyorsunuz. Parayla rezil olmayı yaşıyorsunuz. Üç kuruşluk bir para hareketinizde ahiret suali sorarcasına zorluk çıkartıyor, sizi sistemden çıkartmak için canınızdan bezdiriyor adeta… Eş zamanlı olarak konvansiyonel bir bankada yaptığınızda “aynı işlem” hiçbir sorguya suale takılmadan gidiyor, bankayla çalışma konforunu yaşıyorsunuz, paranızın sahibi olduğunu hissediyorsunuz.

Bu konuda yakın zamanda yaşanan bir örneği de verelim: Şirketin %100 sermayesi Türk vatandaşlarına (sonradan vatandaş olanlara da değil, binlerce yıldır bu milletten olanlara) ait bir şirket, yurt dışında yerleşik gerçek/tüzel kişilerden hizmet alıyor. Yurt dışında başka ülkelerde yerleşik gerçek/tüzel kişilere satıyor. Çok çok küçük rakamlı bir işleminde yurt dışında yerleşik, yabancı uyruklu bir kişiden, yurtdışında hizmet alıyor, faturasını ve sözleşmesini de bankaya ibraz ederek ödemesini (swift ile) yapmak istiyor. Banka bu ödemeyi yapmayarak şirketin itibarını zedeliyor, gerekçe olarak da bir taahhütname vermesini, bu işlemin vergisini ödemesini veya ödeyeceğini taahhüt etmesini istiyor. Oysa bilindiği gibi ve 3065 Sayılı KDV Kanunu KDV doğması için “İşlemlerin Türkiye'de Yapılması” şartını 6.maddesinde düzenler. Yurtdışındaki mal veya hizmet teslimlerini kim yaparsa yapsın KDV konusu olmadığını açıklıkla düzenler. Gelir vergisi açısından ise vergi hukukunda “dar mükellefiyet” ve “tam mükellefiyet” olarak iki tür gelir vergisi mükellefiyeti var. Bunlardan herhangi biri kapsamında Türkiye’de vergi yükümlüsü veya sorumlusu olmak için gerekli şartlar da bellidir. Yabancı bir kişinin, kendi ülkesinde verdiği hizmette, kestiği fatura nedeniyle Türkiye’de vergi doğmadığı bilinmektedir. Buna rağmen bir katılım bankasının, yurt dışındaki ve Türkiye’deki başka hiçbir bankanın istemediği bir taahhütnameyi istemesi ve bu nedenle işlemi yapmayı reddetmesi çok açık bir şekilde hukuka aykırı olduğu gibi katılım bankacılığından müşteri kaçırmaktan başka bir şeye de hizmet etmiyor. Bunun dışında, mevzuat uyum birimlerinin hatalı olarak reddettikleri işlemleri konuşsak bir ansiklopedi çıkar.

Bu örnekteki gibi binlerce örnek verebiliriz katılım bankalarının niçin yarım asırdır pazar payının %6’nın üzerine çıkamadığını görmek için. Her türlü hükümet ve halk desteği olmasına rağmen, pazar payının büyümemesinin ana nedenleri arasında bunlar vardır. Bir katılım bankası patronu her ay açıklanan bankaların sıralamasının yapıldığı listeyi gördükçe, genel müdüre “müdürüm bu listenin sonuncu sırasından başka sıra yok mu” demesi de olayın acı yanını ortaya koyar.

Fiyatta rekabetçi olmak yetmiyor, ürün çeşitliliğinde, hizmetin içeriğinde ve kalitesinde de rekabetçi olmak şart. Müşteri memnun olursa, pazar payı büyür…