Dolar (USD)
32.47
Euro (EUR)
34.73
Gram Altın
2440.77
BIST 100
9915.62
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Kazanç ile mahrumiyet arasında ramazan

Dünya, evren ve insana hangi zihniyetten ve perspektiften bakıldığı temel öneme sahip bir konudur. Çünkü bakılan perspektiften elde edilen anlam, insanın dünyadaki devinimlerine de yön verecektir. Bu bağlamda günümüzün post/modern dünyasında insan, din, Tanrı vb. bir kavram artık farklı anlamaların konusu olmaktadır.

Ramazan, içinde orucu ve yoğun ibadetleri ihtiva eden bir aydır. Fakat belirleyici olan daha çok oruç gibi görünmektedir. Oruç bilindiği üzere imsaktan başlayarak iftar vaktine kadar yeme içme ve muhtelif arzulardan uzaklaşmayı içermektedir. Bir kere yeme içme ve arzulardan uzak kalmak hem bir mahrumiyet hem de bir eğitim olarak değerlendirilebilir. Bugün insanlardan bir kısmı, oruç süresince bu arzulardan uzaklaşmayı bir mahrumiyet olarak görürken, orucun çok da gerekli olmadığı gibi bir düşünce ile hareket etmektedirler. Arkasındaki soru; “niçin mahrumiyet gerekli olsun” şeklinde gelmektedir.

Orucun insanın arzularına sınır koyması şeklindeki tanımı insan için bir mahrumiyet midir yoksa bir kazanç mıdır? Tıbben meseleye bakıldığında, uzun süre açlık insanın sıhhat bulması için tavsiye edilen bir şeydir. Dolayısıyla oruç, insan için senelik olarak insan bedeninin yenilenmesi anlamına gelmektedir. Bu açıdan düşünüldüğünde sağlık hem orucun sebebi hem de onun sonucu gibi görünmektedir. Dolayısıyla oruç tutabilmek büyük bir şanstır. Şükredilmesi gereken bir nimet hüviyetindedir. Hz. Peygamber’in (SAV) “oruç tutunuz, sıhhat bulunuz” şeklindeki hadisini de bu çerçevede düşünebiliriz. Dolayısıyla “mahrumiyet” olarak görünen şey, aslında beden için bir kazanca dönüşmektedir.

Elbette oruç sadece bedeni sağlık için yapılan bir ibadet değildir. Bu açlık aynı zamanda insanın içine derinleşmesi, tefekkürü ve hikmeti kazanmak açısından da insan için anlam ve önemi bulunmaktadır. İslam literatüründe oruçla ilgili veya değil bir şekilde bedene yönelik stratejiler kurulmuştur. Bu stratejilerin başında da bedenin açlığa alıştırılması, çok yemenin zararları gelmektedir. İnsanın ilim ve hikmet kazanımında aç kalmanın özel yerinden klasik kitaplar bahsetmektedir.

İnsanın iki boyutu bulunmaktadır. Bunlar beden ya da organizma ile ruhsal ya da tinsel boyuttur. Mevlâna’nın da belirttiği üzere insan çabalarıyla bu iki yönünden birisini zenginleştirir. Burada temel hedef insanın tinsel boyutunun zenginleştirilmesidir.

Nietszche’nin “tutku” konusundaki karşılaştırması burada ele alınabilir. Ona göre Hıristiyanlık tutkuların yok edilmesi üzerinde dururken, modern dünya tutkuları olabildiğince yükseltmektedir. Zaten bugün yaşadığımız hayatta bunun mebzul miktarda örneklerini görmekteyiz. Nietszche İslam’ın bu konudaki yaklaşımını söylemez. Onu da biz ekleyelim; İslam tutkuların (arzuların) kontrol edilmesini önerir. Oruç bedeni arzuların kontrol edilmesini sağlayan bir mekanizma olarak ortaya çıkmaktadır.

Modern dünya ismine uygun bir şekilde (modern kelimesi “hemen” ve “şimdi”yi ifade eder) insanı hemen arzularına kavuşmak üzere teşvik eder. “Arzularınızı ertelemeyin” mottosunu tekrar eder. Dolayısıyla aksi durumu bir mahrumiyet olarak nitelendirir. Aslında bu tavır bir ödüle kavuşmanın emek ve heyecanını hiç dikkate almaz; direk olarak tutkulara odaklanır. Halbuki gün boyu yiyecek ve içeceklerden uzak duran oruçlunun iftarda hissettiği heyecan, doyum ve mutluluk ancak böyle bir deneyimle anlaşılabilir.

Kazanç ve mahrumiyet kavramları üzerine yeniden düşünmek için Ramazan iyi bir fırsat olabilir.